İsviçre (ve Zürih) Dünyanın refah seviyesi en yüksek, en güvenli, en demokratik, zengin doğal güzelliklere sahip ve en yaşanılası ülkesi olmasına rağmen öncelikle görmek istediğim şehir ve ülkeler arasında yer almıyordu. Alpleri dünyaca ünlü panoramik tren Glacier Express ile gezmek ve yine UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Bernina Express ile İtalya’ya yolculuk yapmak istediğimiz için İstanbul’dan Zürih’e uçtuk. Glacier Express’e bineceğimiz Zermatt’a Zürih üzerinden gittik. İsviçre’nin bu güzel şehrini de iki günde doyasıya gezdik.

Gezimize başlamadan önce Zürih’i biraz tanıyalım; İsviçre Konfederasyonu’nun 26 kantonundan biri olan Zürih kantonunun başkenti Zürih, İsviçre’nin en büyük, en kozmopolit şehri ve ekonomi-finans merkezidir. İsviçre Alpleri’ne yakınlığı nedeniyle ülkenin Alpler’e açılan kapısı olarak tanımlanmaktadır. Bu şehirde bulunan Zürih Üniversitesi-1833 ile EHT Zürich (İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü-1855), Dünyanın en iyi üniversiteleri arasında sayılmaktadır. Bu okullar Albert Einstein, Wilhelm Condrad Röntgen ve nice Nobel ödüllü bilim insanına sahiptir. Sizi bilmem ama İrlandalı yazar James Joyce’un Ullysses’i bu şehirde yazmış olması benim için önemlidir. Yazarın mezarı da öldüğü bu şehirdedir (Fluntern mezarlığı). Analitik psikolojinin kurucusu, ünlü psikiyatr Carl Jung’un yaşadığı ve öldüğü şehirdir. Meraklısı için bir başka ilginç bilgi de dünyadaki en büyük sukulent koleksiyonunun yine bu şehirde bulunmasıdır.

Geçmişi çok öncesine dayanmakla birlikte şehre ilk adını Romalılar vermiştir. Orta Çağ’da Protestan Reformunun merkezi olmuştur.

Zürih’i önce video ile gezmek isterseniz.

Ulaşım
THY ve Pegasus’un Zürih’e düzenli uçak seferleri bulunuyor. Uçuş süresi yaklaşık üç saat. Şehir merkezine 10 km uzaklıktaki Zürih havaalanından Hauptbahnhof (Merkez Tren İstasyonu) ‘na S2 ve S16 hatları ile ulaşılıyor. Biz S2 hattını kullanarak doğrudan otelimizin bulunduğu bölgeye geldik (6.80 CHF).

İşgücü fazlasının olmadığı ülkelerde mevcut işgücü tasarruflu kullanılıyor. Resepsiyonsuz ve şifre ile girilebilen otelde kalmıştık ama bu otelin (Anwand Lodges Hotel) sistemi de hayli ilginç geldi. İlk kez karşılaştığımız bu deneyimi paylaşmak isterim. Otel rezervasyonumuz sonrası e-posta hesabımıza gönderilen şifreyi girerek dış kapının yanındaki kutudan anahtarımızı aldık. Dış kapı ve odalarda aynı anahtarı kullandık. Kaldığımız apart hem merkezi, hem de temizdi.

İsviçre’nin merkezinde ve Zürih Gölü’nün kuzey kıyısında konumlanan Zürih, yürüyerek gezilebilecek küçük bir şehir. Görülmesi gereken yerler Limmat Nehri’nin çevresinde dar bir alanda toplanmış. İlk gün Eski Şehri yürüyerek tanımaya çalıştık. İkinci gün 1 günlük Zürih Pass bileti (17.60 CHF) alarak Zürih Gölü ve Uetliberg Tepesi’ne ulaşımda tramvay ve treni kullandık. İstasyona giderken taksiye de bindik. Fikir vermesi açısından 2-2,5 km mesafe için 20 CHF ödedik.

Bu arada bizim bulunduğumuz Mart/2018 tarihinde 1 İsviçre Frangı 4,20 TL 1 Euro 1,20 İsviçre Frangı değerindeydi.

Çevrim dışı kullanılabilmesi nedeniyle özellikle gezginler için çok faydalı bir uygulama olan ‘maps.me’ eşliğinde şehir turumuza başlayalım.

İsviçre denince herkesin aklına önce çikolata, para (İsviçre bankaları) ve saat geliyor. Zürih’de de hemen ilk göze çarpan imge saat oluyor, her kilisenin çan kulesinde saat görüyoruz. İşte bunlardan biri, günümüzde sosyal ve kültürel amaçla kullanılan St. Jakop Protestan Kilisesi. Otelimizden yürüdüğümüzde karşımıza çıkan bu ilk kilisenin içinde Afrin’de yaşananlara ilişkin bir sergi yer almaktaydı.

Güneşli günü fırsat bilen İsviçreliler soluğu Limmat Nehri kıyısında almışlar. İlk bakışta bir sanat etkinliğini izliyormuş hissi yaratan hoş tablodan sizi mahrum bırakmak istemedim.

Hauptbahnhof (Merkez Tren İstasyonu)
Her halükarda yolunuz bu güzel ve her ihtiyacı karşılayabilecek şekilde fonksiyonel düzenlenmiş istasyona düşecek. İstasyon içindeki turizm ofisinden şehir ile her türlü bilgi edinilebilir. İstasyonun önünde İsviçre demiryolunun gelişmesine öncülük eden politikacı ve iş adamı Alfred Escher (1819-1882)‘in heykeli bulunuyor.

İstasyonda Türkiye’ye özgü el sanatları (Ebru,..) ile yiyecek (Kahve, lokum…) tanıtımının yapıldığı bir standa rastlamak ve çalışkan Türk kadınlarıyla tanışmak güzel bir tesadüf oldu.

Bahnhofstrasse
Şehrin en önemli, en hareketli ve en zengin caddesi Bahnhofstrasse, İstasyon’dan başlayarak Zürih Gölü’ne kadar uzanıyor. Cadde üzerinde İsviçre ve Dünyanın ünlü markalarının mağazaları var. Yine ülkenin finans merkezleri de bu caddede sıralanmış.

Augustıner-Gasse
İstasyonu arkanıza alarak Bahnhofstrasse Caddesinde ilerlerken sol taraftaki ara sokaklardan Augustıner-Gasse’yi görebilirsiniz. Tasarım mağazalarının ve küçük kafelerin bulunduğu bu sanat sokağı ve çevresi oldukça sevimli.

Augustıner-Gasse’ye çok yakın Grossmünster Meydanı. Diğer ülkelerde görmediğimiz bir uygulama ile karşılaşıyoruz; meydanlara halkın oturması için sandalyeler yerleştirilmiş.

St. Peter Kilisesi
Zürih’in bu en eski ve eklektik mimariye sahip protestan kilisesinin tarihi 9. yy’a kadar uzanıyor. Kilisenin çan kulesi 1911 yılına kadar yangın gözetleme kulesi olarak da hizmet vermiş. Kule üzerindeki çapı 8.7 metre uzunluğundaki saat, Avrupa’nın en büyük kilise saati unvanına sahipmiş. Maalesef bizim bulunduğumuz saatte kapalı olduğundan içini gezme fırsatımız olmadı.

Kilisenin karşısında çeşitli kültürel etkinliklerin yapıldığı Lavaterhaus var. Kültür evine adını veren İsviçreli şair, yazar, filozof, fizyognomist Johann Kaspar Lavater, 1778 ve 1801 yılları arasında bu kilisede papaz olarak çalışmış.

Fraumünster Kilisesi
9. yy’a tarihlenen gotik tarzlı kilisenin önemi aslında kadın kilisesi olmasından kaynaklanıyormuş. Ancak günümüzde Rus-Fransız sanatçı March Chagall ve İsviçreli ressam, heykeltıraş Augusto Giometti tarafından yapılan vitray pencereleri ile ünlenmiş. İlk gelişimizde kapalı bulduğumuz kiliseye tekrar geldiğimizde ziyaretin ücretli (5 CHF) olduğunu öğrenince içini gezme ısrarımızdan vazgeçtik.

Grossmünster Kilisesi
Zürih’in simgesi olan Romanesk tarzındaki bu kilise, 16. yy’ın ilk yarısında Huldrych Zwingli ve Heinrich Bullinge liderliğinde İsviçre-Alman reformunun başladığı yer olarak olarak biliniyor. 187 basamağı çıkmayı göze alabilirseniz kulelerinden şehir ve göl manzarasını izleyebilirsiniz. Biz Lindenhof Tepesini tercih ettik.

Rathaus
Zürich Önceki belediye binalarının yerine 1694-1698 yıllarında inşa edilen üçüncü Zürih Belediye evi. Dış mimaride Rönesans ve Barok döneminin izlerini taşıyan ve nehir üzerinden de giriş yapılabilen, değerini geçmiş yaşanmışlıklarından, hayat öyküsünden alan bina, Zürih’in tarihindeki önemli yapılardan biri kabul ediliyor.

Lindenhof Tepesi
Eski Şehir bölgesinde hemen merkezde bulunan bu seyir terasının yerinde 4. yy.’dan erken Orta Çağ dönemine kadar bir Roma kalesi varmış. Günümüzde insanların rahatladıkları, satranç oynadıkları ve buluştukları bir mekana dönüşmüş.

Güzel açık havada nehirle birlikte hoş bir görüntü sunan şehri buradan izlemenizi öneririm.

Kunsthaus Zürich Güzel Sanatlar Müzesi
Geç gotik döneminden modern sanat eserlerine kadar zengin bir koleksiyona sahip müzenin giriş ücreti 16 CHF. Müzeyi ziyaret ettiğimiz Çarşamba günü ücretsiz gezilebiliyordu ve saat 20.00’ye kadar açıktı. İzlenimci sanatçıların eserlerinin olduğu bölüm en keyif aldığımız bölüm oldu.

Auguste Rodin (1840-1917) The Martyr

Sırasıyla; Pablo Picasso (1881-1973), Vincent van Gogh (1853-1890), Henry Rouseu (1844-1910)’ya ait üç eser.

Claude Monet (1840-1926) The Water Lily Pond with Irises

Müze, March Schagall, Edward Munch, Paul Cezanne, Paul Gauguin, Edgar Degas, Henri Matisse, Salvador Dali, Alfred Sisley’in yanı sıra başta Alberto Giocometti, Fuseli olmak üzere pek çok İsviçreli sanatçının eserini de yakından tanıma fırsatı sunuyor.

Uetliberg Tepesi
Hemen Zürih’in yanı başında yer alan 869 metre yüksekliğinde bu dağ önemli bir cazibe merkezi konumunda. Tepesinde gözlem kulesi var. Turistler buraya şehir, göl ve şehrin etrafını çevreleyen Alp dağlarının muhteşem manzarasını izleyip fotoğraf çekmek amacıyla gelirken, yerel halk yürüyüş, bisiklet gibi doğa sporları için geliyor.

Trenle S10 hattından 20 dakikada ulaşılıyor. İstasyonda trenden indikten sonra hafif dik yamacı yürüyerek tepeye varmak ise 10-15 dakika sürüyor.

Zamanımız olsaydı; yürüyüş rotalarından birini izleyerek bütün günümü bu dağda geçirmek isterdim doğrusu.

Ülkede bulunduğumuz sürede yardımsever, barışçıl ve turiste saygılı İsviçrelilerin doğaya ve çevreye karşı da son derece duyarlı davrandıklarını gözlemledik. Üetliberg Tepesi’nde karşılaştığımız cıvıl cıvıl minikler büyüklerinin kılavuzluğunda doğayı keşfe çıkmışlardı. Belki de işin püf noktası çevre bilincinin bu şekilde çok erken yaşlarda kazandırılmasıdır…

Zürih Gölü ve Bürkliplatz
Şehrin bir başka göz alıcı bölgesi Zürih Gölü civarına yürüyerek gidilebilir. Biz zaman kazanmak için Hauptbahnhof’un önünden Bahnhofstrasse Caddesinden geçen 6 no’lu tramvaya binerek Bahnhof Enge’de indik. Enge istasyon binası da son derece ihtişamlıydı. Buradan General Guisan Qai’ye çıkıp biraz yürüyerek Bürkplatz’a ulaştık. General Guisan Qai üzerindeki görkemli tarihi binalardan gözümüzü alamadık.

Bürkliplatz’da bu meydanla bütünleşen ‘Ganymed’ heykeli bulunuyor. 1952 yılında sanatçı Hubacher tarafından mitolojiden esinlenilerek yapılan heykel, insanın Olympus Dağı’na yükselme arzusunu sembolize ediyormuş. Gerçek mitolojik öyküde ise Kral’ın yakışıklı oğlu Ganymedes’in Zeus tarafından kaçırılarak, Olympus Dağı’nın zirvesine çıkarılması anlatılıyor.

Sadece insanlar değil bu şehirde yaşayan hayvanlar da mesut, bahtiyar, ozgur yaşamın tadını çıkarıyor…Kıskanılası bir manzara; ah su olsam, bulut olsam, Zürih Gölü’nde kuğu olsam…

Gezimizin en keyifli bölümü gölde yaptığımız tekne turu oldu. Bürkliplatz’ın önündeki limandan başladığımız turumuz iki saat sürdü. Zürih Pass biletimiz olduğundan 5 CHF ödedik. (Tam ücret 13.70 CHF) Biz tekneden ayrılmak istemedik, ama isterseniz ara istasyonlarda inip yerleşim yerlerini dolaşmanız mümkün. Göl çevresindeki yerleşim yerlerinde tarihi doku korunmuş, doğayla iç içe geçmiş bu yapıların estetiğini bozan hiçbir şey bir şey yok… Çok sakin ve zarif bir bir şehir olan Zürih’i gezmek zaten dingin hissettirirken, tekne turu bu duygumuzu daha da perçinledi.

Sechselauten Platz ve Opernhaus Zürich
1834 yılında yapılan tiyatro binasının yanması üzerine 1891 yılında neo-barok tarzdaki bu bina yapılmış. Günümüzde Zürih operası, Zürih balesi ile birlikte Zürih Bernhard tiyatrosuna ev sahipliği yapan binanın opera binası olarak tanınması Almanya’dan İsviçre’ye sürgüne gönderilen Richard Wagner sayesinde olmuş, burada çalınan ilk opera eseri Wagner’e aitmiş.

Opera binasının bulunduğu Sechselauten Platz, çevresindeki kafeler ile birlikte güzel vakit geçirilebilecek hareketli bir meydan.

Yeme İçme !
Yiyecek ve içecek aşırı pahalı. Satın alma gücümüzün diplere vurduğu bu ülkede yemeyin ve içmeyin diyorum…Valla biz öyle yaptık, yanımızda götürdüğümüz konservelerle idare ettik. Pardon çeşme suları çok steril ve bedava istediğiniz kadar içebilirsiniz…Hazır su satın almak isterseniz en az 4 CHF (17-18 TL) ödemeniz gerekiyor.Tek tadına baktığımız Glacier Express’teki menüden de hoşnut kalmadık. Gravyer peynirleri gayet lezzetliydi, hakkını verdik.

Son Söz
Her şehrin enerjisi, ruhu, onu öne çıkaran özelliği, kısacası tadı lezzeti farklı. Bizimki planlanmamış, biraz zorunluluktan doğan bir tanışma olsa da bir yanıyla çok zengin ve konformist diğer yanıyla çok doğal bu şehri sevmemek mümkün değil. Üstelik gezimizi Mart ayında gerçekleştirmiştik, doğanın canlandığı dönemde ziyaret etmenin yaşatacağı hazzı düşünemiyorum…

1 COMMENT

Yorumunuzu Buraya Yazabilirsiniz

Yorumunuzu Giiniz
Please enter your name here