Sicilya Gezi Rehberi I (Doğu Kıyısı)
Sicilya hakkında bilgim genelde coğrafya dersinden ve mafya filmlerinden kaynaklanıyor; Akdeniz’in en büyük adası, sıcak hava, sıcak renkler, pizzalar ve mafya…
Hep merak etmiştim. Ve gittim, gördüm, gezdim. ve yazıyorum. Yine de sınırları belirlemek lazım; gördüğüm yerler Palermo, Katanya, Sirakusa, Noto, Taormina, Trapani, Marsala, Cefalu ve tam olmasa da Messina ve Agrigento. Aslında 8 günlük bir süre yetmedi, her şehirde eksik kalan bir şeyler oldu yine de bu güzel ada hakkında bir fikrim de oluştu tabii…
Önce Sicilya’nın doğu yakası var programda. Ama baştan söyleyeyim; Sicilya’da tek bir yere gidecekseniz o Palermo olmalı (Ben Katanya ile başladım).
Katanya
.
Meydanın çevresi kafeler, pastaneler, dükkanlarla dolu. Gezi tarihim paskalya öncesine denk geldiği için kafelerin vitrinleri, sebze-meyve şeklinde marzipanlarla süslüydü. Ama kremalı babarumlar, cannoliler de var tabii…Rikotta peyniri ile yapılan connoliler, Sicilya gezisinin olmazsa olmazı. Babarum ise, bizim Şambali tatlısıyla akraba ama rom katkılı; yeterince yenirse Sicilya’yı bambaşka gözlerle görebilirsiniz (Mesela korkunç bir yağmur, bir kaç babarum tatlısından sonra bana bahar çisentisi olarak geldi)
Taş/mermer işçiliği harika ama Sicilya’da bu o kadar sıradan bir hale dönüyor ki, sanırsın taşlar dantel ipliğidir, binalar da dantel örtüler. Sant Agata, Katanya için önemli bir figür. Bir Hristiyan azizesi; din için boğazından hançerlenerek öldürülüyor. Bu durum, travmatik bir hal almış gibi; her yerde, bayraklarda bile resmini görüyorsunuz.
Sant Agata sadece Duomu ile ilgili değil. Duomo’nun hemen yanında bir Sant’Agata kilisesi daha var (Chiesa della Badia di Sant Agata). Ve Şehrin en işlek caddesi Via Ethna’nın ortalarında bir tane daha (Sant Agata Alcelcere; burada Sant Agata hapsedilmiş).
Katanya’da barok tarzı bir sürü kilise ve saray var. Benim gördüğüm kiliseler (muhtelif Sant Agatalar dışında) San Benedetto, San Michelle Arcengelo, San Biagio, San Domenica…
Bunlar arasında San Benedetto’yu özellikle tavsiye ederim, kilise yanında müze de var ve gerçekten hayran kalınacak bir taş, mermer işçiliğine sahip.
San Michelle Arcengello’ya da bir göz atın derim; taş ve mermer işçiliğinin göz kamaştırıcı başka örneklerini göreceksiniz.
Vaktiniz varsa diğer kiliseler San Niccolo ve San Francesco Borgia da görmeniz tavsiye edilenler arasında ama ben görmedim.
Görülmeye değer bir yer de şehir kalesi Castello Ursino. Ben gittiğimde kalede Chagall sergisi vardı. İçinde küçük, iddiasız bir de müze var. Şehirde, bir çok saray, malikane var. Çoğu belediye binası, otel, yerleşim yeri olarak kullanılıyor. Bunlar arasında Palazzo Valle ve Palazzo Biscari öne çıkıyor. Bunların bazıları ikametgah olarak kullanılıyormuş. Kapıdan avluya girince, avluyu çevreleyen katlar bulunuyor, katlardaki odalar ya da kat tümden kiralanıyormuş. Bazılarında tuvalet ve yıkanma bölümleri ortak oluyormuş. Sorulduğunda da sarayda oturuyorum diyorlardır. Ama yolunuz üstünde bakar olun, üstü kir pas kaplı olsa da muhteşem taş işçiliğine sahip bu saray/malikanelere rastlayacaksınız. Bir durup bakın.
Duomo meydanının bir yanında da balık pazarına giden yol ve onun hemen başında bir havuz/çeşme(Lamenano) var.
Balık pazarında kurulan çarşıda türlü peynir, balık, et ve deniz ürünü bulabilirsiniz. Bir şey almadan gezmesi bile güzel. Yolunuz buraya düşmüşken La Paglia’ya gidip taze balık/deniz ürünlerini tadın.
Katanya’da antik Yunan-Roma kalıntıları var; rastlarsanız bakın ama fazla vakit kaybetmeyin. Daha iyi örnekleri var. Bellini’nin parkı, evi ilginizi çekebilir.Benim çekerdi ama zaman…
Alışveriş için Etnea Caddesinde aradığınız her bir sürü şeyi bulabilirsniz. AVM olarak bir seçeneğe rastlamadım, daha çok dükkanlar var. Ama bu konu çok ilgimi çeken bir konu değil, yanıltmayayım. Ben görmedim diyeyim.
E tabii insan, bu Akdeniz şehrinde denizi görmek istiyor; bu hiç kolay değil. Önce liman, sonra demiryolu engel oluyor şehrin denizle bağlantısına. Ancak Piazza Europa’da yol deniz kenarına yaklaşıyor. Burada da bir kaç balık lokantası var. Ben Andrews Faro’yu tercih ettim; deniz ürünlü gnocchi ve kalamar dolması (rikotta peyniri iledoldurulmuş) yedim; çok memnun kaldım. Pizza isteyenlere Eat Pizzeria’yı öneririm.
Katanya, 1-2 günde gezilebilecek bir şehir. Hava ılıman, ulaşabilirseniz deniz güzel, şehirin geçmişini yansıtan ve ilgiliyseniz sizi hoşnut edecek tarihi mekanlar var, yemekler bizim damak tadımıza uygun ve lezzetli. Ama ikinci kez gelir miyim, bilemem. Bazı yerler insanı (beni) çeker. Katanya güzel, sıcak, sevimli ama bir kez daha görmek için heves uyandırmadı bende. Şehrin her yerini görmedim ama işin ilginci, pek merak da etmedim (inanın bu benim için çok olağan dışı bir durumdur; gittiğim yerlerin ara sokakları bile çekicidir benim için). Ara sokak demişken, insan ara sokaklara girerken tedirgin oluyor ama herhangi kötü bir şeyle karşılaşmadım. Şehir, tüm Sicilya gibi köhnemiş bir yüze sahip, binalar eski ve kirli duruyor; bu durum da bu tekinsiz atmosferi destekliyor. Sicilya, kesinlikle restorasyona ihtiyaç duyuyor bence. Adanın en çok siyahi nüfusa sahip şehri sanırım burası. Çok hoş sokak pazarları var, hemen her gün hem de…(Via Santa Maria di Betlem’de hemen her gün pazar kuruluyor. Giyecek, harika yiyecekler, türlü ıvır zıvır bulabilirsiniz pazarlarda). Şehirde trafik biraz kaotik ama biz çok alışkınız buna, yalnız park yerlerine dikkat, bu konuda çok titizler. Park yerinin uygunluğunu iyice öğrenin, varsa paralı otoparka koyun arabanızı. Mavi şeritli park yerleri, park edebileceğiniz yerleri gösterir ama buna da tam güvenmeyin.
Bu durumda Katanya’yı merkez alıp önce güneye inelim; Sirakusa ve Noto’yu gezelim.
Sirakusa
Sirakusa, Katanya’dan yaklaşık bir saat uzaklıkta, şirin bir şehir. Turistler için ilginç olan eski şehir, surlarla çevrili ve ana karaya köprüyle bağlı Ortygia adasında. 1693 depremi Sirakusa’yı da etkilemiş; bu nedenle barok tarzı binalar buralarda da göze çarpıyor. Ama Adanın iç sokakları dar, taş döşemeli, dolambaçlı ortaçağ şehirlerine özgü yollardan oluşuyor.
Adaya girerken önce Zeus Olimpia Tapınağı’nı görüyoruz. O sırada alanda bir protesto gösterisi vardı İnsanlar sakin sakin ya dinliyor ya da yoluna devam ediyordu. Polisler de öyle. Ana yoldan devam edince Duomo’ya varıyoruz. Barok cepheli bina etkileyici. Katedral, Athena Tapınağı ile birleştirilmiş. Tapınağı görmeye gerek yok (Giriş 3 Euro).
Duomo Meydanı çevresinde birbirinden gösterişli binalar yer almakta. Burada ana yoldan ayrılıp şehrin içine, dar ve loş sokaklara dalabilirsiniz, sukulentler sarkan balkonlar arasında ortaçağ havasını soluyarak dolaşabilirsiniz. Böyle bir gezinti sırasında ‘Retro’da oturup bir antipasta tabağıyla soluk aldım ben.
Yola devam edince Maniace Kalesine varıyorsunuz. Bu 13 yüzyıl kalesi, en azından sunduğu deniz manzarası için gezilmeye değer.
Şehri gezerken Arethusa Çeşmesini göreceksiniz, çok güzel bir çeşme/ havuz. Mitolojik öyküsü var, gayet bildik: çapkın tanrılardan birinin peri kızına duyduğu arzu ve şehvetin hikayesi. Kabak her zaman ki gibi arzunun nesnesinde patlıyor, peri kızı çeşme oluyor. Yunan mitolojisinde kadınlar, kuğu oluyor, çeşme oluyor, defne ağacı oluyor. Biz de arzu nesnesi kadınlar bıçaklanıyor, öldürülüyor. Mitoloji gerçeğe estetiğini kaybederek dönüşüyor.
Duomo dışında, San Paola, Santa Lucia Kilisesini ve Santa Maria della Concezione Kilisesini gezdim. Zamanınız varsa Santa Lucia Kilisesini gezin.
Noto
Noto, Sirakusa’ya çok yakın, dağ yamacında kurulmuş, küçük ama çok yoğun bir kent. Hep bahsettiğimiz 1693 depremi burada da etkili olmuş.Yıkılan kent, tamamen barok tarzda yeniden inşa edilmiş. Şehrin eni dar ve birbirine paralel yollardan yamaç aşağı uzanıyor. Enine bakıldığında, Şehrin ana eksenindeki yollar yaklaşık Taksim’den Galatasaray Lisesi’ne kadar uzanan bir mesafe ancak binaların yüzü o kadar ince taş işçiliğine sahip ki, sanki bir barok mimari konulu açık hava müzesindesiniz. Yoğunluk açısından burası herhalde barok mimarinin şahikasıdır. Noto’nun ana caddesi olan Corso Vittorio Emanuele üzerinde bir yürüyüş size Şehir hakkında önemli bilgi verecektir.
Taormina
Etna’ya gideceğim gün, ortalık yine yağmur, fırtına, felaketti. Dağın eteklerindeki kasabalarda bir süre dolandıktan sonra Taormina’ya yöneldim. Ancak yolda bir kasaba kilisesinde gördüklerim, paylaşmaya değerdi. Dağ yolundaki Saint Caterina d Alessandria kilisesi kendi içinde çok güzel bir kilise, içindeki tasvirler beni şaşırttı.
Çok kilise, katedral gördüm ve türlü dini tasvire rastladım ama bu başka bir yorumdu. Gerçi sanırım resim öğrencilerinin dini idollerle ilgili eskiz denilecek çizimleriydi ama yine de ilginç geldi bana. İsa’nın insanlığın günahları için seçilmiş bir koyun, bir tür günah keçisi olduğunu biliyordum. Bir kasaba kilisesinde, kuzuyu sırtlanmış top model kılıklı birini dini tasvir olarak görünce şaşırdım. Bu bizim tanıdığımız çilekeş İsa ya da başka bir dini kişilik gibi durmuyor. Bana ilginç geldi.
Gelelim Taormina’ya. Yine yağmurlu bir gündü. Şehrin otoparkına girdim. Taormina, bir yamaca kurulmuş bir yer ama sahili aşağıda. Bu nedenle önce nereye gideceğimi bilemedim. Ana yerleşim yerinin daha yukarıda olduğunu öğrenince 300-500 metrelik bir yürüyüşle kasabaya vardım. Taormina, hemen insanı içine alıyor, büyülüyor. Buranın da bir efsanesi var; Yunanistan’daki zorba kraldan kaçan halk gelmiş, bu tepelik yere yerleşmiş falan filan… Çok iyi etmişler. Gelir gelmez de, denize nazır bir tiyatro yapmışlar. Tiyatronun; bir yanında Etna, bir yanında İyon Denizi, öyle bir manzarası var ki, insan o manzara karşısında olup da tragedya korosunun ‘Ah Agamemnon, Agamemnon’ diye bağırmasına ne kadar etkilenebilir, bilemiyorum. Manzara konusuna yine değineceğim çünkü Kasabanın manzara taraçaları var. Zaten kasaba taraçalarla denize kadar iniyor; taraçalarda villalar, lokantalar, dükkanlar…
Yunan ve Roma dönemlerinden kalan başka antik kalıntılar da var (müzik gösterileri için Odeon ve savaş oyunları için Naumacha)ama çok ilgilenmeden kasabanın yollarında ilerledim Kasabaya girdiğinizde sizi İside ve Serapide Kilisesi karşılıyor, sonra Kasabanın meydanına varıyorsunuz. Orada da Largo Sant Caterina Kilisesi var.
Ben Sicilya’dayken henüz canlı sezon başlamamıştı ama sıkı sıkı siestalarını uyguluyorlardı. Kasaba, hem yağmur, hem daha mevsiminin gelmemesi, hem de siesta nedeniye durgundu. Ama insan yaz dönemlerinde buranın nasıl olacağını tahmin edebiliyor.
Yolları takip ederseniz, manzara taraçaları ve parkına (Taormina Bahçeleri)varırsınız. Burada durup soluklanın; bahçe yeşilin her tonuyla dolu, ayrıca manzara nefes kesici. Sahile inemedim. Yağmur ve zaman darlığı buna engel oldu. Ama yazın tepeden sahile inmek için teleferik var.
Taormina, ünlülerin de tercih ettiği bir sayfiye yeri. D.H.Lawrence bir süre burada yaşamış. Evelyn Waugh, Goethe buranın ünlü konuklarından. Richard Burton-Elizabeth Taylor buradan geçmiş. Taormina gerçekten çok sevimmli bir tatil kasabası. Daha başka ve uzun bir zamanda gelip ana caddesi Corso Umberto’da dolaşmak, dükkanlara girip çıkmak, müzesini, kilisesini, antik alanları rahatça gezmek ve sonra denize girmek, akşam da Sicilya şarapları eşliğinde yemek yemek, burada oyalanmak isterdim. Ama arkana bakma yolcu; daha Palermo var. Öncesinde de Messina’dan geçilecek. Missina’yı gördüm diyemem ama yaklaştıkça karşıda İtalya ana karası (çizmenin ucu) ve Sicilya kıyıları çok güzel görüntüler oluşturuyordu. Messina’ya girdiğimde yine siesta arasıydı. Duomo’yu gördüm. Görkemli, çarpıcı ve güzeldi. Duomo meydanındaki Fontana d’orione çeşmesi, Sicilya’nın en güzel çeşmeleri arasında sayılıyormuş.
Duomo’da Meryem ve kucağında bebek İsa’nın altın çerçeveli resminin aynısı Duomu Müzesinde, yüz resimleri boş , sadece altın çerçeve olarak vardı. Bana lunaparklardaki insanların yüzlerini koyup resim çektirdikleri surat kısmı kesik figürleri hatırlattı.
Messina ile Doğu Sicilya’ya veda ettim. Akşama Palermo’da olacağım. Arada Cefalu var. Milazzo ve Tindari’yi mecburen atlayacağım.
Gezginimiz bu Sicilya gezisini adeta koşarak yapmış,sekiz günde birçok yeri görmüş,Ama
Meydan meydan,cadde cadde ve sokak sokak gördüklerini anlatması tek kelime ile
muhteşemdi.
Başta gezginimizi ve bloğuna koyup yayınlayan blok sahibi Tülay hanımı Candan
Kutluyorum.