ANA SAYFA Latin Amerika Patagonya Dünyanın Sonunda Gemi ile Yolculuk: Tierra Del Fuego – Patagonya’da Ateş Toprakları

Dünyanın Sonunda Gemi ile Yolculuk: Tierra Del Fuego – Patagonya’da Ateş Toprakları

patagonya

Bu yazıda Şili Punta Arenas’dan başlayıp, Arjantin Ushuaia’da sonlanan bir gemi ile Patagonya macerasından bahsedeceğiz.

Patagonya’da Tierra del Fuego Güney Amerika’dan Magellan Boğazı ile ayrılmış büyük bir ada ve küçük bir sürü adacıktan oluşmuş adalar topluluğu. Bu bölgenin en büyük ada parçası Arjantin ve Şili tarafından paylaşılmış. 1520 yılında ilk kez buraya gelen Magellan yerlilerin yaktıkları pek çok ateşi görünce buraya ‘Ateş Toprakları’ anlamına gelen Tierra del Fuego adını vermiş. Bu topraklar da Patagonya’ ya dahil ediliyor.

Patagonya gezimiz 4 gece 5 gün sürüyor. Ushuaia‘dan başlayıp Punta Arenas ’da biten 3 gece, 4 gün süren ikinci bir rota da bulunuyor. Bizim rotamız Punta Arenas’dan başlıyor.

Ulaşım
Başlangıç noktası Punta Arenas’a Şili’nin başkenti Santiago’dan uçakla ulaşılabilir. Biz Arjantin El Calafate’den (Arjantin, Santa Cruz Eyaleti’nin başşehri) Şili’ye karayolu ile geçtik, 500 km dolayında ve 7-8 saat süren bir yolculuk yaptık.

Sabahın erken saatlerinde El Calafate’den yola çıktık. Arjantin Patagonyası’nın uçsuz bucaksız stepleri arasında saatlerce yol aldıktan sonra Şili’ye girdik. Patagonya Şili ve Arjantin’in güneyindeki bölge. Arjantin’deki Rio Colorado ile Şili’deki Bio Bio Nehri’nin güneyi ve Magellan Boğazı’nın kuzeyi arasında.

Rivayete göre adını alış öyküsü; Buraya gelen Magellan, guanako (guanako devegiller familyasından lama ile akrabalığı bulunan vahşi bir hayvan türü) postu giyen yerlileri görünce İspanyol masallarındaki patagon adlı canavar aklına gelir ve yöreye Patagonya adını verir. Seyahatimiz boyunca And Dağları bize yoldaşlık etti, And Dağları nedeniyle burada Şili’den daha kurak bir iklim var. Şili Valdivia yağmur ormanlarına sahip olmanın avantajını yaşıyor. Kutuplardan sonra yeryüzünün en büyük buzul alanları Şili’de. Yol pampas denen stepler arasında dümdüz devam ediyor. Gümrükte valizlerimiz didik didik arandı. İlginç olan tahtadan yapılmış objeleri, Şili’ye sokmak yasak.

Saat 17.00 dolayında, dünyanın en güneyindeki metropol Punta Arenas dayız. Şehir Magellan Boğazı kıyısında, yıllık ortalama hava sıcaklığı 6 derece, nüfusu 125 bin dolayında. Şehrin merkezi koloniyel bir mimariye sahip. Dünyanın en eski ticaret yolları arasındayken Panama Kanalı açılışı sonrası önemini yitirmiş.,

Seyahat Mevsimi: Eylül-Nisan ayları arası, çünkü Güney Yarım Kürenin ilkbahar-yaz mevsimi bu dönem. Biz de seyahatimizi 13-17 Kasım arası planladık.

13 Kasım Saat 18.00’de pasaport kontrolü ile gemiye geçiyoruz. Ve rüya başlıyor. C. Australis sadece buradaki fiyortları ve boğazları gezmek için yapılmış, küçük, şık ve abartılı derecede temiz, 131 kişilik, Şili bandıralı mükemmel bir gemi. Kaptan bir hoş geldiniz kokteyli veriyor. Şili yerel danslarını izliyoruz. Navigasyon hakkında bilgileniyoruz, Geminin iki ayrı salonunda İspanyolca ve İngilizce olarak yapılıyor bu sunum. Akşam yemeği vakti yaklaşıyor. Birden uzaklaşan Punta Arenas ışıklarını fark ediyoruz. Rotamızı inceliyor, yemekten sonra biraz sohbet ediyor ve kamaralarımıza çekiliyoruz.

Mikrobiyoloji Uzmanı olduğum için kamarada ki sağlıkla ilgili broşür hemen dikkatimi çekiyor. Son yıllarda Cruise gemilerinde Norwalk Virüs salgınının sıkça rapor edildiği, bu virüsün gastrointestinal semptomlarla kendini gösterdiğini, hastalığın belirtileri, korunma yolları ve şikayeti olanların danışmaya başvurmaları gerektiği; ayrıca böyle bir durumla karşılaşmamak için alınan ileri derecedeki sanitasyon önlemleri anlatılıyor.

Rotamız

Sabah büyük bir keyifle uyanıyoruz, kamaramızın manzarası harika. Kahvaltıdan sonra gemide bir hareket başlıyor. Alberto De Agostini Ulusal Parkı’nda Ainsworth Körfezi‘ndeyiz. Zodyaklar denize indiriliyor, gemi personelinden ilk grup kıyıya gidip hazırlıklarını yapıyor ve belli bir düzen ve sıra ile hepimiz bu ulusal parka Zodyaklar ile taşınıyoruz. Her Zodyak’ın bir rehberi var.

Kıyıya indiğimizde iki denizaslanı yavrusu bizi karşılıyor. Rehberimiz bunların 4-5 haftalık olduğunu henüz yüzemediklerini anlatıyor. Biraz ileride bulunan kocaman erkek denizaslanının yakınından geçmememiz konusunda bizi uyarıyor, haremini bekliyormuş bu nedenle saldırganlaşabilirmiş.

Dişilerinin koloniler, erkeklerinin yalnız yaşamayı sevdiği denizaslanları, 600 metre derinliğe dalabilen, 40 dakika su altında kalabilen deniz memelilerinden. Karada da yaşayabiliyorlar. Pek çok türü var. Kuzey Atlantik Denizi’nde yaşayan bir denizaslanına rastlanmamış. Erkek denizaslanları dişilere göre çok daha büyük, bu büyüklük onu dişilerin gözünde çiftleşme için cazip kılıyor. Denizaslanları harem hayatı yaşıyor. Zayıf yapıdaki erkeklerin hiç eş bulamadığı da oluyor. Erkek denizaslanları nadiren babalık görevi yapıyor. Doğan yavru erkek ise rekabet gereği onu sürüden uzak tutmaya çalışıyor. Kendi haremi için kurduğu bölgede güçlü bir erkek istemiyor, bunun için savaşıyor. 15-20 yıl arası değişen bir yaşam süreleri var. Nadiren insanlara saldırıyorlar, 2,5 metreden fazla yaklaşmak önerilmiyor. Nüfus yoğunluğu Şili kıyılarında fazla.

Karşıdan çok uzaklardan gördüğümüz Marinelli Buzulu’nun 1930 yıllarında buralara dek ulaştığını öğreniyoruz. İçim burkuluyor, eriyen buzullara.

Kayaların üzerinde hayatın başlangıcı olan likenler var. Magellanic Ormanı‘nında yürürken toprağın kalınlığının çok az olduğunu görüyoruz. Ağaç kökleri birbirine tutunmuş, biri devrilince diğeri de devriliyor. 200-300 yıl önce buraları buzulmuş o nedenle toprağın derinliği fazla değil. Kayalardaki kırmızı renkteki süngerleri yerliler eskiden su taşımakta kullanıyorlarmış. Ağaçlardan sarkan Çin fenerine benzeyen parçaların altında sevdiğiniz birisini öperseniz hayatınızın sonuna dek ondan ayrılmazmışsınız.

Yerde gördüğümüz yaban çilekleri yerseniz diyare olursunuz diyorlar. Karadeniz’de likapa denilen bir bitkinin benzeri burada kalafat diye adlandırılıyor. Reçeli de yapılan bu bitkiden yiyenlerin Patagonya ’ya tekrar geleceği rivayet ediliyor.

Kunduzların yaptığı barajı görüyoruz. Eskiden Arjantin hükümeti bir kunduz kuyruğu getiren 10 dolar veriyormuş, kim buraya gelip kunduz avlarsa…Nesli tükenen yerlilerin sepet yaptıkları bitkiyi görüyoruz.

Kıyıda kurulu büfeden, çikolata, viski ikramları yapılıyor, dönüş vakti geldi. Aynı disiplin içinde gemiye dönüyoruz.

Sırada muhteşem bir açık büfe öğle yemeği, İtalyan mutfağı ağırlıklı bizi bekliyor. Saat 15.30 civarında zodyaklar denize inmeye başlıyor, hava serinleşti.

Tucker Adası’na gidiyoruz. Burası aslında bir kayalıklar grubu. Kırılgan bir eko sistem olduğu için karaya çıkmayacağız. Zodyaklar ile etrafında dolaşacağız.

Tucker Adacıkları’nda eşsiz bir doğal yaşamla bütünleşme yaşıyoruz. Binlerce Magellanic Penguen suya giriyor, yüzüyor, oynuyorlar. Magellanic penguenler bu bölgede yaşıyorlar, 60-75 cm boylarında, 2.7-6.5 kg ağırlığında orta büyüklükteler. Erkekler daha büyük. 20-50 metre derinliğe dalabiliyor, balık ve deniz kabukluları ile besleniyorlar. Yiyecek avlarken sürüler halinde yaşıyorlar. Üreme mevsiminde Arjantin, Güney Şili, Falkland Adaları’na gidiyorlar. En büyük üreme kolonilerinden birisi Arjantin Punta Tombo’da. Muhteşem bir yer. Yumurtalarının kuluçka süresi 39-42 gün. Dişi ve erkek bu görevi vardiyalar halinde paylaşıyorlar.

Patagonya kuşlar açısından da çok zengin bir bölge. Yüzlerce kuş çeşidi var. İlk akla gelenler; Cormorant (Patagonya karabatak kuşu), Caranca (bir ördek cinsi), Skualar genelde büyük deniz kuşları etrafında kamp kuran kuşlar. Yırtıcı davranabiliyorlar.

Sürüler halinde kaya balıkçıllarını görüyoruz. Dönüşte bu kuşlar hakkında bir belgesel izliyoruz.  

Bugün 15 Kasım güneş saat 5.28 de doğdu. Gece sarsıntı ile uyandım, pijamalarım ile resepsiyona fırladım. Kimse yoktu. Monitöre baktığımda Pasifik Okyanusu’na çıktığımızı gördüm. Gemi küçük olduğu için biraz sarsıntı yapmış, sonradan kahvaltıda konuşuldu. Alışkın olmayan ben tedirgin olmuşum. Ballenero Kanalı’ndayız, daha sonra O’Brien Kanalı’ndan geçeceğiz. Bugünkü programda Pia Buzulu var.

Kahvaltıdan sonra Tierra Del Fuego anlatılıyor. Daha sonra da buzulların oluşumu ile ilgili bir ders veriliyor. İki ders arası geminin makine dairesini geziyoruz. Öğle yemeğinden sonra zodyaklar denize iniyor. Sıranın bize gelmesini beklerken uzaktan Pia Buzulunu fotoğraflıyoruz. Kıyıya geldiğimizde bir tırmanma yürüyüşü yapıyor, gemide bulunan 17 ulustan insan 15 dakika boyunca susarak, doğayla bütünleşiyoruz.

İnişte bizi bekleyen sıcak çikolataları içerken dünyayı hiç iyi günlerin beklemediğini düşünüyorum. Yavaş yavaş gemiye dönüş başladı. Pia dan ayrılıyoruz. Sık sık duyduğumuz gürültüler buzullardan kopan parçaların çıkardığı sesler. Dönerken buzuldan kopan parçaların oluşturduğu görüntülerin bazılarını fotoğraflayabiliyoruz.

Patagonya’nın bu bölümü 47 992 kmkare, 145 bin nüfuslu. Burada bulunan buzullar sürekli eriyor. Buzullar 6 kristalli karların sıkıca kenetlenmesi sonucu tek kristal olması ile oluşuyor. Buzul ne kadar beyaz ise o kadar yeni bir buzul. Eski buzullar gri. Buzullar güneşin tüm renklerini absorbe ediyorlar, mavi hariç. İlk çağlardan beri çeşitli iklim teorileri var. Dünyamızda belli periodlarla iklim değişikliği olduğu düşünülüyor. Buzul çağı-sıcak çağ diye. Şimdi sıcak çağdayız. Yirmi beş bin yıl önce tüm Patagonya tek bir buz kitlesi iken, on iki bin yıl önce bu buzullar erimeye başlamış, halen eriyor. Pia Buzulu’nu 2009 yılına dek erimeyen bir buzul sanıyorlarmış, artık bunun da eridiğini biliyorlar. Bir tek Pia Eleven Buzulu erimiyormuş.

Yerli halktan kalan olmadığını daha önce belirtmiştim. Bugün 1 tane Yamana yaşadığını söylüyorlar. PatagonyaInın iç kısımlarına doğru da 200 den az Tehuelche olduğu söyleniyor. Bu bölgelere Eylül-Nisan ayları arası gelebilirsiniz. Çünkü buranın ilkbahar-yaz mevsimi bu aylar arasında. Kışın buranın nasıl olduğu konusunda Şili’lilerin de bir fikri yok, hiç geliş yok. Muhtemelen her yer karla kaplıdır diyorlar. Buraya turistik olarak ilk kez Mare Australis gelmiş. 2005 yılından beri aynı turu düzenli olarak yapıyorlar.

Gemimiz saat 18 de Beagle Kanalı’nın kuzeybatısında bulunan Buzullar Galerisi’ne (Glacier Alley) doğru yol almaya başlıyor. Hepimiz geminin terasında yerimizi aldık. Buradaki buzulları ülke adlarına göre isimlendirmişler. Önce Romen Buzulu’nu geçiyoruz, Müzik değişiyor bira-sosis ikram ediliyor. Anons Alman Buzulu; Edith Piaf-şampanya-peynir anons Fransız Buzulu; Vivaldi-pizza-şarap İtalyan Buzulu; Bira-köfte ile Hollanda Buzulu. Saat 21.19, hala hava aydınlık.

Gemide anons başlıyor, yarın Cape Horn’a çıkacağız. Tabii hava uygun olursa. Yarın havanın güzel olması için dua ederek kamaralarımıza gidiyoruz (Sonradan öğreniyorum ki hava durumu bu çıkış için çok nadir müsait oluyormuş).

16 Kasım sabahı güneş 05:06’da doğmaya başladı. Giyinip dışarı fırlıyoruz. Dün özellikle bu inişimizde problemle karşılaşmamak için giysilerimize dikkat etmemiz önerildi. Daha önceki inişlerde uygun çizmesi olmayanlar bile bu kez gemide dağıtılan plastik çizmelerden edindiler. Zodyakların indiğini görünce rahatlıyoruz, demek Cape Horn’a çıkabileceğiz. Dışarıda hava 8 C. Geride bıraktığımız Murray Kanalı ve Nassau Körfezi sonrası nihayet Cape Horn’dayız.

Cape Horn, 1616 yılında Hollandalı gemiciler tarafından keşfedilmiş, zaten Horn adı da bu gemicilerden birinin Hollanda’da doğduğu kasabanın adı. 425 metre yüksekliğinde kayalık bir tepe. Şili’ye ait. Pasifik ve Atlas Okyanusları arasında, bu iki okyanusu birbirinden ayırıyor. 1914 de Panama Kanalı’nın inşasına dek çok önemliymiş. Güney Amerika’nın en güney ucu olarak kabul ediliyor ama aslında 100 km güneyde yine Şili’ye ait Diego Ramirez adaları var. 2005 yılında UNESCO tarafından Alberto de Agostini Ulusal Parkı ile birlikte Cape Horn Ulusal Parkı da dünya biyosfer rezervi listesine dahil edilmiş. (Biyosver Rezervi: Uluslararası öneme sahip karasal ve/veya kıyı eko sistemine sahip yerler)

Şili Hükümeti gönüllülük esasına dayanarak bir aile ile yıllık anlaşma yapıyormuş. O yıl burada bir kadın ve iki küçük kızı bir yıllığına yaşıyorlarmış. Onlara yılda birkaç kez erzak bırakılıyormuş. Kapalı ve sert havaya rağmen kıyıya geliyor ve 160 basamaklı merdiveni tırmanarak Cape Horn’a çıkıyoruz. Şili’nin kutsal kuşu Albatros heykelinde fotoğraf çektiriyor, küçük şapeli geziyor, deniz fenerine çıkıyoruz. We were here...

Fırtına geliyor, acele ile toplanıyor, gemiye dönüyoruz. Bir gelenek olarak gemimiz Cape Horn’nu selamlıyor, korsan bayrağını çekiyor. Kaptan geminin en küçük konuğu olan oğluma seslenerek ilk fotoyu alıyor.

Hepimize dünyanın en güney ucuna geldiğimize dair kaptan imzalı diplomalar veriliyor.

Hemen kahvaltıya oturup, arkasından buralardaki yaşam ile ilgili dokümanter bir film izliyoruz. Öğlen 12.00’da Şili şarapları ile ilgili bir sunum var. Yeni dünya şarapları içinde Şili gittikçe yükselen bir trend. Yolculuk boyunca sürekli sunulan şaraplardan bu işe verdikleri önem belli. Avrupa’yı saran filoksera salgınından sonra eski dünya şarapçılarının, asmaları buradan getirdiklerini biliyoruz. Şarap dersinden sonra Darwin ile ilgili bir bilgilendirmeye katılıyoruz.

Öğleden sonra 19. yy’da Darwin ve gemisinin 2.kaptanı Fitz Roy’un Yamana (Yaghan) aborjinleri ile tanışıp yaşadıkları Wulaia Körfezi‘ne gidiyoruz. Darwin buraya 23 Ocak 1833 de ayak basmış. Bizden 180 yıl önce…

Her zaman olduğu gibi ilk Zodyaklar bizi karşılayacak olan personeli ve yapılacak sıcak çikolata, viski ikramlarını taşıyor. Arkadan biz körfeze ayak basıyoruz. Burası doğal bitki örtüsü, tarihsel ve coğrafi önemi nedeniyle koruma altında bir bölge. 1930’lu yıllara kadar radyo istasyonu olarak kullanılan bir bina var. Daha sonra burada yaşayan aile burayı terk etmiş, Şimdilerde ise Mare Australis tarafından kiralanmış, turistik amaçla kullanılıyor.

Kıyıdaki binada Yamana yerlileri ve Darwin hakkında posterler ve yazılar var. Daha sonra grup ikiye ayrılıyor. Kıyıda yürüyüşe çıkanlar ve tırmanmayı seçenler. Zirveye dek çıkıyoruz.

Bir dereden geçip, kunduzların oluşturduğu barajları görüyoruz, bitki örtüsünü, zirveden körfezi fotoğraflıyor ve doğa ile bütünleşmek için sessizliğe gömülüyoruz.

Gemiye döndüğümüzde saatler 20.00 dolayında, valizlerimizi topluyoruz. Şili Punta Arenas’dan başlayan gemi yolculuğumuz ertesi gün Arjantin Ushuaia da bitiyor. 20.00 de başlayan akşam yemeğinde hala ortalık aydınlık. Bugün burada güneş 21.22 de batıyor. Yemekten sonra kaptan bir veda konuşması yapıyor, şampanya patlatılıyor. Cruceros Australis ile Tierra del Fuego fiyort ve kanallarında toplam 586 deniz mili yol yaptık. Sonuç olağanüstü memnun kaldık. Söylenebilecek en küçük bir kusur yoktu. Sabah kahvaltıdan sonra pasaportlarımızı alarak gemiden ayrılıyoruz.

Ushuaia’dayız. Arjantin’in Tierra del Fuego ’daki en büyük şehri, ayrıca buranın başkenti. Buradan Buenos Aires 3062 km, eğer kara yolu ile gitmeye kalkarsanız, bir miktar yolu Şili topraklarından geçiyorsunuz. Dünyanın en güneyindeki şehir, gerçi buranın daha güneyinde yerleşim yeri Puerto Williams varmış ama o köy olduğu için dünyanın en güneyinde ki şehir burası kabul ediliyormuş.

Anglikan misyonerleri ile yerlilerin (Selknam, Yamana, Kaweskar, Manekenk) 1871’de ilk karşılaşma yeri bu şehir.

Ushuaia Antarktika’ya giden gemilerin % 80’ninin uğradığı bir şehir. Nüfusun 100 bin dolayında olduğu tahmin ediliyor. Sürekli göç alıyor. Doğal gaz açısından zengin olan bu bölgede, sıkı durun, bir ailenin iki aylık doğal gaz gideri 20 dolar değil.

Gümrüksüz alışveriş merkezleri ile dolu olan bu şehirde İnka Rose denen buraya özgü bir taştan yapılmış takıları satan pek çok dükkân var. Fakat fiyatlar yine de ucuz değil. Yıllık gelen turist sayısı 200 bin dolayında. Havanın bizim şansımızdan güneşli olduğunu düşünürken, burada yılın 10 ayının böyle güneşli olduğunu öğreniyoruz.

Subpolar bu iklimde Magellanic Ormanlar, karşıdan görünen Martial Buzulu çok hoş bir ambians yaratıyor.

Eskiden burası azılı suçluların gönderildiği hapishanesi ile meşhur bir sürgün yeriymiş. Ayrıca J. Verne filme de çekilen ‘’Dünyanın Öbür Ucundaki Fener’ ’isimli kitabını yazarken burada bulunan küçük bir adadaki fenerden etkilenmiş.

Müzeye çevrilen tarihi hapishane ziyaretimizde yurt dışına sürgüne gönderilmeyi reddederek, sürgüne gitmektense ülkemin hapishanelerini tercih ederim diyen üniversite hocasının öyküsü de bizi etkiliyor.

Önce Tierra Del Fuego Ulusal Parkı’na gidiyoruz. Burada bulunan dünyanın en güneyindeki postanede pasaportlarımızı damgalatıyoruz anı olarak. Dağ,orman,denizin birleştiği bu doğa harikası yerde öğle yemeği yiyoruz.

Park 689 km kare genişliğinde, Beagle Kanalı’nın kıyısında. Beagle Kanalı’nın bir yanı Atlas diğer yanı Pasifik Okyanusu’na açılıyor. Kara olarakta Şili-Arjantin arasında. Dünyanın en güneyindeki ulusal parkta yüzden fazla kuş ve memeli hayvan yaşıyor.

Küreselleşme gerçeği bir kez daha yüzümüze çarpıyor, tüm dünya markalarının bulunduğu kent hiç ucuz değil. Fiyatlar Türkiye ile aynı.

Doğası ile büyüleyici eriyen buzulları ile hüzün verici bir coğrafyadan ayrılıyoruz. İyi ki buralar gelmişiz duyguları ile.

Buraları görmemizi sağlayan Atilla Tuna’ya teşekkür ediyoruz.

Patagonya gezimizin birinci bölümünü okumak isterseniz:

Patagonya Macerası; Ulusal Parklara Yolculuk tıklayınız.

NO COMMENTS

Yorumunuzu Buraya Yazabilirsiniz

Yorumunuzu Giiniz
Please enter your name here