ANA SAYFA Afrika Fas Fas Gezi Rehberi: Renklerin Dans Ettiği Ülke

Fas Gezi Rehberi: Renklerin Dans Ettiği Ülke

Fas;  egzotik, modern, şahane mimarili, çok farklı iklimlerin yaşanabildiği, güzel insanların yaşadığı bir coğrafya. Avrupa, Arap, Berberi kültürleri harmanı. Hayallerimin ötesinde, tam bir sürpriz.

Fas bir Mağrip ülkesi; 458 bin kilometre karelik, 37 milyonluk nüfusu ile.

Meraklısına; Bu bölümde Fas coğrafyası ve tarihine ilişkin genel bilgiler yer alıyor. İsteyenler bir sonraki bölüme atlayabilir.

Mağrip ülkeleri Afrika’nın geri kalanından Atlas Dağları ve Sahra Çölü ile ayrılırlar. Coğrafi ve kültürel olarak Akdeniz Havzası’nın bir parçası sayılabilirler. Günümüzde Mağrip dar anlamda Tunus, Cezayir, Fas ve Batı Sahra’yı içerir. Geniş anlamda Libya ve Moritanya da bu ülkelere dâhildir

Fas’ı gezmek demek dağlar, ovalar, çöller, vadiler, vahalar arasında gidip gelmek demek. Ilıman Akdeniz iklimi yanında güneyde çöl iklimi de var.  Fas’ın komşu ülkeleri Cezayir ve Tunus, kuzey ve batısında Akdeniz ve Atlas Okyanusu var. Güneyindeki Batı Sahra, Moritanya ile olan tartışmalı topraklar.

Etnik yapı yerli halk berberiler ve 7. yy da buraya gelen Araplardan oluşuyor.  Resmi dil Arapça. Başkent Rabat. En büyük şehri Casablanca. Buralara ilk yerleşenler M.Ö 1000 yıllarında Liksos kolonisini kuran Fenikeliler. Daha sonra aynı soydan gelen Kartacalılar burada şehirler kurmuş. Yunanlı tüccarlar bu toprakların iç kısımlarında yaşayan vahşi yerlilere  “bizden olmayan” anlamına gelen barbaroi /berberiler, (barbar da aynı kökenden gelir) adını vermişler. Berberilerin kökeni tam olarak bilinmemektedir. Keltler, Basklar, hatta kuzey Lübnan’daki Kenanlılarla ilişkilendirilmektedir. M.Ö 5. ve 6. yy’da Kuzey Afrika’da yayılan Capsein (M.Ö 8000-2700 yılları arasında Mağrip merkezli Mezolitik ve Neolitik bir kültür) kültüründen olma ihtimali yüksektir. Berberiler kendi dil ve geleneklerini günümüze dek korumuşlar. Kartacalılardan sonra Roma, daha sonra İslam hakimiyetine giren topraklar, Osmanlı izlerinin görülmediği bir coğrafya. İdrisiler, Murabıtlar, Muvahhidler, Meriniler, Sadiler, Filaliler sırasıyla yönetimi ele geçiren aile/kabileler. Şu anda yönetimde bulunan Kral VI. Muhammed Filalilerden.

Ülkede resmi dil Arapça olmasına karşın, İspanyolca, Fransızca, Berberice de konuşuluyor. Para birimi Fas Dirhemi. Krallıkla yönetilmesine rağmen seçilmiş bir başbakan bulunuyor. 2011 Reformu ile başbakanın yetkileri genişletilmiş. Demokrasi endeksinde, melez rejim diye değerlendiriliyor. ABD’yi dünyada ilk tanıyan ülke olan Fas, NATO dışı başlıca müttefik statüsünde. Batı Sahra’daki topraklarının bir kısmı Moritanya ve bazı ulusal gruplar ile ihtilaflı. Batı Sahra; Birleşmiş Milletler Raporuna göre Afrika kıtasında kendini yönetemeyen topraklar listesindeki tek yer. Fas 50 yıldır Sahra Demokratik Arap Cumhuriyeti ve buradaki Polisario Cephesi ile sorununu çözememiş. Afrika’nın kuzeybatısında, Sahra Çölü’nün en batısındaki 266 bin kilometrekarelik çölü Fas kendi toprağı olarak kabul ediyor. Bu bölgede zengin fosfat ve petrol yatakları var. Burada yaşayan halka çölde yaşayan anlamına gelen Sahravi adı verilmiş. Yaklaşık 150 bin kişiler. Kendi kaderlerini tayin etme hakları uluslararası aktivist ve sanatçılar tarafından destekleniyor. Şu anda 3. nesli Batı Sahra ve Cezayir’de mülteci kamplarında dünyaya gelen Sahraviler, zor koşullar altında yaşıyor). Fas Afrika’nın en güvenli iki ülkesinden biri, diğeri Namibya. GSYİH 3000 Amerikan doları civarında. Liberal ekonomiyi benimsemişler. Turizm, madencilik (fosfat), tarım başlıca geçim kaynakları. İşsizlik % 15’e yaklaşıyor. Her yıl 70 bin kişi ülkeden göç ediyor. Yurt dışında yaşayan 3 milyona yakın Faslı var. Fas için önerilen seyahat mevsimi kasım-mart  arası. Bizim seyahatimizde ocak sonu, şubat başı.

Gezelim Görelim

Fas’a THY ile uçtuk, yaklaşık 4,5 saat sonra Casablanca’da VI.Muhammed Havalimanı’nda idik.

Fas haritası ve geniş bir coğrafyayı kapsayan gezimiz aşağıda yer alıyor.

Casablanca ilk durağımız. 1515’te Portekizlilerin Atlantik kıyısında kurdukları kent Casa Branca’ya (Beyaz Ev, Arapça ’da Darü’l Beyza), 18′ yy’da İspanyollar Casablanca demiş. 1907 Fransız işgali sonrası hızla büyüyerek, bugün Fas’ın en büyük limanı, en kalabalık şehri haline gelmiş. Ülke endüstriyel üretiminin yarısından fazlası burada. Krallığın ekonomi ve endüstri başkenti.

Casablanca’da önce Habous’a (Yeni Medina) gidiyoruz. Burası Fas’ın her yerinden gelen tüccarları barındırmak için, 1920-1930 arası Fransa himayesinde inşa edilmiş bir yer. Fransız mimarlar geleneksel alışkanlık ve stillere saygı duyarak,  modern şehircilik kurallarına uygun bir medina inşa etmişler. Bugün Sultan Muhammed Bin Yusuf Cami, Hispano-Mağribi tasarımıyla ünlü bir yönetim binası olan Mahakma al-Pasha gibi binaları, ev sahipliği yaptığı esnaf, zanaatkâr, kitapçı, sebze-meyve satıcıları ile turistik bir cazibe merkezi.

Daha sonra V. Muhammed Bulvarı ve Birleşmiş Milletler Meydanı’na gidiyoruz. Meydanı ve Mağribi tarzında yapılmış Belediye Binası, Adliye ve diğer yapıları fotoğraflıyoruz.

Casablanca ’nın sahili Corniche Caddesi‘ne geliyoruz.  Corniche Caddesi, Casablanca’nın gezi yeri, oldukça yoğun. Corniche’in devamı plajlar ve beyaz evleri ile Ayn Diab.

Morocco Mall’ın önünden dönerek II. Hasan Camisi‘ne gidiyoruz.

Dünyanın en büyük camilerinden, iç mekân 25 bin, avlusu 80 bin kapasiteli. Bir milyar dolardan fazlaya mal olmuş. İç mekan Fas el sanatları ve mimarisinin güzel bir örneği. Atlas Okyanusu kenarında görkemli ve muhteşem bir yapı.

Sırada Sidi Abderrahman Adası var. Burası kemerli bir köprü ile kıyıya bağlanmış küçük bir ada. Hakkında çeşitli efsaneler var. Bağdatlı bir münzevi olan Sidi Abderrahman 18.yy’da buraya yerleşir. Fakirdir, kuran okuyamıyordur. Lavtasını çalarak lanet bozma, hastalık iyileştirme işleriyle uğraşır. Sidi Abderrahman’ın bir şifa gücü olduğuna inanılıyor. Ölümünden sonra da evliya olarak kabul edilir. Gelgitlerle suyun çekildiği zaman yürüyerek ulaşılabilen adaya bir köprü yapılır. Bugün Sidi Abderrahman Türbesi etrafında kendini şifacı kabul eden 40-50 evlik bir topluluk var. Faslılar burayı dilek dilemek, şifa bulmak için ziyaret ediyorlar.

1943 Oscar ödüllü unutulmaz Casablanca filminin, Casablanca’da değil stüdyoda çekildiğini unutmuyoruz. Casablanca’da “Rick’s Cafe“ var ama tamamen turistik amaçlı, 1942 yapımı filmde kullanılan bir mekan değil. Kalacağımız 4 yıldızlı New Hotel’e gidiyoruz. Tertemiz bir otel. Casablanca Fas geleneksel kültürünü deneyimleyebileceğiniz yerlerin az olduğu şehir odaklı bir yer.

Bugün 28 Ocak, kahvaltı sonrası Rabat’a hareket ediyoruz. Casablanca, Rabat arası 85 km. Şehir Bou Regreg Irmağı’nın ağzında kurulmuş, aynı ırmakla Sala/Sale kentinden ayrılmış. Ortaçağın önemli ticaret merkezi Sale, bugün Rabat’ın banliyösü. 1912 de Fransız himayesinin başlaması ile başkent Fez‘den buraya taşınmış. 1956 yılında bağımsızlık yeniden kazanıldığında başkent değiştirilmemiş. Nehrin sağında Sale, solunda Rabat var. Rabat, Fas’ın 2. büyük şehri. (Rabat/Sale diye bahsediliyor)

Rabat’ta ilk durağımız Dar al-Makhzen (El Mechouar Essaid-Mutluluk Mekanı). Saray IV. Muhammed tarafından 1864’de inşa edilmiş, kralın 12 sarayından biri. Önünde kocaman bir tören alanı, geniş bakımlı bahçeleri var. Kral ve ailesi Dar es –Salaam Sarayı’nda yaşıyor, burada elçi kabulü yapıyormuş. Kraliyet muhafızlarının bir kısmı da burada oturuyor. Sarayın sadece bahçesi halka açık, gezilebiliyor.

Rabat surlarının hemen dışında kalan bir alanda Shella Nekropolü var. Burası 1154 yılında terkedilerek bugünkü Sale oluşturulmuş. 14. yüzyılda Meriniler burayı mezarlık olarak kullanmaya başlamışlar. Bölgenin çevresini surlarla örmüşler. Surları dışarıdan fotoğraflıyoruz.

Şimdi V.Muhammed’in Anıt Mezarı ve  II.Hasan Kulesi‘ni görmeye gidiyoruz. V. Muhammed  1956 yılında Fas’a bağımsızlığını kazandıran kral. Anıt Mezar 1960’larda yapılmış, geleneksel Fas sanatlarına adanmış bir yapı. Kralın iki oğlu da buraya gömülü. Girişin iki yanında muhafızlar bekliyor.

Anıt Mezar, 12.yy sonunda Muvahhid Hükümdarı Yakub el-Mansur tarafından yaptırılan Hasan Cami kalıntılarına bakıyor. Yakub el-Mansur yapıyı tamamlayamadan ölmüş. 1755 Lizbon depremi Fas’taki pek çok yapı gibi burayı da etkilemiş. Bugün projeden kalanlar, yıkılmış tuğla duvar kalıntılarıyla çevrili birbirine paralel kısa sütunlar ve Hasan Kulesi olarak bilinen minare.

Bir sonraki durağımız, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Casbah Oudaias. 12.yy dan kalma, daha sonra eklemeler yapılmış pitoresk bir Casbah. Beyaz, çivit mavisi renkli binalar, demirli pencereler arasındaki  labirent sokaklardan yürüyüp Platform Semaphore geliyor, Regreg Irmağı’nın Atlas Okyanusu’na kavuşmasını, plajları, Rabat’ı fotoğraflıyoruz.  Surlarla çevrili Casbahın yanında çok güzel, oldukça bakımlı bir Endülüs Bahçesi var.

Fas Parlamentosu önünden geçiyoruz. Parlamento  milletvekillerinden oluşan Temsilciler Meclisi ve yerel yönetimler ile sivil toplum kuruluşlarının-meslek odaları, sendikalar, işveren temsilcilerinden oluşan Danışmanlar Meclisi olmak üzere iki kanatlı bir yapıya sahiptir.

Uzaktan yapılmakta olan, Afrika’nın en yüksek ikinci kulesi VI. Muhammed Kulesi‘ni fotoğraflıyor, öğle yemeği için teknelerin olduğu bir yat limanına geçiyoruz.

Fas  ziyaretçileri Rabat’ı pek programlarına almıyor, bence görülmeye değer bir şehir.

Tanca’ya yola çıkıyoruz. 250 km.lik yol 3 saat civarında sürüyor. Tanca, Afrika ve Avrupa’nın Cebelitarık Boğazı’nın  iki yakasının birbirine baktığı bir noktada. Cebelitarık 6.7 kilometrekarelik alanda Britanya’nın denizaşırı toprağıdır. Tanca Fenikeliler tarafından bir ticaret kolonisi olarak kurulmuş. Roma,  Bizans, Arap, İspanyol, Portekiz egemenliklerinde kalmış. 1912 yılında uluslararası bölge ilan edilmesi ile Avrupa ve Amerikalı maceraperest ve entellektüellerin ilgi odağı olmuş. Ressam ve heykeltraş Henry Matisse  bir süre  Tanca’da yaşamış. Eserlerinde bu dönemin büyük etkisi olduğu söyleniyor. Fas’ın en önemli ikinci sanayi merkezi.  PSA Grup-Peugeot- ve Renault grubunun Fas’da bulunan fabrikalarının bir kısmı Tanca’da. 2022 verilerine göre yıllık araba üretimi 700 bin. Deniz kenarında yabancılar, özellikle Avrupalılar için kurulan pek çok tatil sitesi var.  Avrupa’ya yakınlığı ve fiyatların ucuz olması nedeniyle cazip bir yer. Turizm ve tarım, özellikle narenciye diğer geçim kaynakları. Tanca Rabat arası hızlı tren var, ücreti 26 Euro.

Tanca’da önce Spartel Burnu‘na gidiyoruz. Cebelitarık girişinde, bir tarafı Atlas Okyanusu, bir tarafı Akdeniz olan güzel bir deniz fenerinin bulunduğu turistik bir alan. Etraf koruluk ve pek çok domuz var. Güneşi burada batırıyoruz.

Spartel Burnu’nda 14 km uzunluğunda bir ucu denize, bir ucu karaya açılan muhtemelen Fenikelilerin taş oyarak oluşturdukları bir mağara var. Hakkında çeşitli efsaneler üretilen, bu mağaranın adı Herkül Mağarası

Medina (Kuzey Afrika ülkelerinde eski şehir merkezine verilen ad) çarşılar, riadlar (geleneksel Fas evi), müzeler, kafeler, çeşitli pazarlar  ile kaplı. Zaman zaman dar labirent sokaklardan geçiliyor. Petit Soco (küçük çarşı) medinanın odak noktalarından. Amerika’nın, Amerika dışında ilk mülkü ve elçiliği olan bina da burada. Tabii şimdi elçilik değil. Casbah, Medina’nın kuzey ucundaki bir parçası. Çağdaş Sanat Müzeleri, İbn Batutta Müzesi gibi müzeler var. Medina, yeni Tanca’dan Grand Socco denilen yarı dairesel bir kavşakla ayrılıyor. Palmiyelerle kaplı Grand Socco’nu bir tarafında da Mendoubia Bahçeleri yer alıyor.

Medina ve Casbah’da ondan fazla kapı var. En etkileyicilerinden biri Bab Al Bahr.

Tanca’da 4 yıldız Kenzi Solazur Otel’de konakladık.        Afrika’nın, Avrupa’ya bakan pırıltılı şehri, Tanca  Fas’ta ziyaret edilmesi gereken bir yer.                                                                       

Tanca’dan Chefchaouen/ Şafşavan’a doğru yola çıkıyoruz. Şafşavan Rif Dağları‘nın batı kısmının eteklerinde denizden 600 metre yükseklikte, biyolojik çeşitlilik açısından zengin bir bölge. Bölgedeki Talassemtane ve Bouhachem Milli Parkları UNESCO Biyosfer Rezervine dahil edilmiş. Dağların arasından Şafşavan’a giderken bu dağlardan sağlanan su kapasitesinin yıllık 29 milyar metreküp olduğunu öğreniyoruz. Yollarda arka arkaya bend gölleri var.

Zeytin, incir, tahıl, keçi yetiştiriciliği nedeniyle UNESCO Akdeniz diyeti için bölgeyi tanır ve Şafşavan’ı 2020’de UNESCO küresel öğrenen şehirler ağına ekler.  Şehir iki tane tepenin yamacında yer alıyor. Şafsavan ismini de Berberice iki boynuz anlamına gelen bu konumundan alıyor. Tarihi 12. yy’a dayanan bir kent. İspanya’dan Yahudilerin kovulmasından sonra sonra pek çok Yahudi buraya yerleşmiş. Şu anda Fas’da yaşayan Yahudi sayısı azalmış olsa da  Fas yahudi dostu bir Arap ülkesi olarak kabul ediliyor. Fas’ta 3000’i Casablanca’da olmak üzere 5000 civarı yahudi yaşadığı söyleniyor. Casablanca’da Arap ülkelerindeki tek yahudi müzesi bulunuyor.

Şafşavan’ın nüfusu 40 bin civarında (2000’i Medina’da yaşıyor). Gürültüsüz, sakin, huzurlu  Şafşavan  3-4 yıldır dünyanın dikkatini çekmeye başlamış. Mavi şehirde Hammam Meydanı’ndan gezmeye başlıyoruz.

Öğlen Restoran Casa Hassan’ da  tavuk tajin yiyoruz, çok beğeniyorum. Fas mutfağı, Berberi, Orta Asya,  Endülüs, Fransız esintileri taşıyan egzotik bir mutfak. Harira-koyun etli,  nohutlu çorba, Tajin, et, tavuk balıkla toprak kapta yapılan güveç,kuskus, kefta dedikleri sulu köfteleri, şahane çörek, tatlı hamur işleri ile çok etkileyici bir mutfak.

Ras El Ma’da yürüyüşü bitiriyor, geri Hammam Meydan’ına dönüyor, kahve içip, dolaşıp akşam otelimize geliyoruz. Şafsavan’da Jibal Chaouen Hotel’de kalıyoruz. Hava oldukça soğuk. Otel de soğuk.  Dünyanın çok farklı noktalarında çok daha kötü şartları gördüğüm için rahatsız değilim. Gerçek bir gezgin değilseniz, değişik bir deneyim yaşamak istemiyor, konfor arıyorsanız Şafşavan’da konaklama önermiyorum. Doğaya meraklı gerçek bir gezginseniz burada 2 -3 gece konaklayıp Rif Dağları’nda yürüyüş yapıp doğa ile bütünleşebilirsiniz. Şafşavan görülmeden Fas gezisi yarım kalır.

Sabah, dünyanın en büyük ve en iyi korunmuş Orta Çağ İslam kentlerinden biri olan Fez’e gitmek üzere yoldayız. VIII. yy da 2. Moulay İdris tarafından kurulan şehrin adının nereden geldiği bilinmiyor. Orta Atlas Dağları’nın Berberice adı olan Fazaz’dan geldiğine inanan da var, Fez Nehri’ni ikiye ayıran bir balta hikayesinden geldiğine inanan da (Arapçada Fez balta anlamında). 1070 yılına dek karışıklığın hakim olduğu şehir Almoravid yönetimi altında şekillenerek, 200 bin nüfusu ile dünyanın en büyük şehri haline gelir. 1250 yılında yönetimi ele geçiren Merenidler Fez’i başkent yaparlar. Fez kültürel ve entelektüel bir merkez haline gelir. Endülüs ve Almohad geleneklerinin karışımı olan Fassi tarzı doğar. Bugün Fez manevi başkent olarak Afrika’nın Atina’sı, batının Mekkesi olarak biliniyor Fez, Orta Atlas Dağları’nın kuzey batısında, denizden 414 metre yükseklikte. 200 km.lik yolu 4 saate yakın bir sürede alıyoruz. Karasal bir iklim var. 19.yy sonuna dek fes üreten tek yer olan Fez’in ekonomisi el sanatları, dericilik, turizm, tarım, hayvancılığa dayanıyor. Fas’ta otobüs ile seyahat ederken tarıma verdikleri önemi görmemek mümkün değil. Etraf zeytinliklerle dolu. 2019 verilerine göre zeytin üretiminde dünya altıncısı. Ama o kadar çok yeni dikilmiş zeytinlik gördük ki bu sıra yükselecektir. 1 Milyon palmiye/hurma ağacı var. Her ay 500 fidan dikiyorlar. Dünya hurma üretiminde ilk ikiye girmek istiyorlarmış. Hayvancılığın gelişmiş olduğu, etin kilosunun 1 dolar altında olmasından belli, petrolde dışarıya bağımlı. 

UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde olan Fez Medina‘sına 1913 de inşaa edilen mavi mozaik karolu heybetli Bab Boujeloud Kapısı‘ndan giriyoruz.

İçeri de araç yok, yerel rehberiniz olsa bile bu labirente girerken 2 medina rehberi de bize eşlik ediyor. Yoksa burada yolunuzu  bulup çıkamazsınız, 9454 sokak, 300 cami ve 1200 yıllık surlarla çevrili bir yer burası. Gözüme ilk çarpanlar canlı hayvanlar, kasaplar.

Önce Bou Inania (Ebu İnaniye) Medresesi’ne gidiyoruz. Marinidlerin 13 yy.da yarattığı en büyük ve en önemli medrese. Lizbon depreminden sonra pek çok  onarım görmüş.  Zamanında cami  özelliği taşıyan tek medrese.Onun için minaresi var. Minareler Fas’ta dikdörtgen. Mermer döşemeli avlu, Mukarnas tavanlar, geometrik yıldız desenli ve Arapça kaligrafik yazı bantları olan duvarlar, geometrik yıldız desenli yüksek sedir kapıları ile görülmeye değer bir yer)

Başka bir 13. yy Marinid Medresesi olan Al Attarin Medresesi‘ne, bu yılların en güzel örneğini gördüğümüz içine girmiyoruz.                                                           

Al-Karaouine Medresesi’ni ziyaret ediyoruz. 857-859 yıllarında küçük bir cami olarak kurulmuş, şehrin en simgesel yapılarından biri ve Fas mimarisinin en iyi temsilcilerinden. Pek çok kez restore edilmiş, genişletilmiş, sağlamlaştırılmış. Fez’in kültürel ve dini kimliğinin merkezinde  yer  alan yapı, zamanla önemli bir öğrenme merkezi haline gelmiş. Din bilginlerini, felsefecileri, coğrafyacıları ağırlamış. 1940 yılında kadınların kabul edilmeye başladığı medrese  1963 yılında üniversite statüsüne alınmış. İslam din ve hukuk bilimlerine odaklanan kurumda İslam dışı dersler de veriliyor. UNESCO ve Guinness Dünya Rekorları kaynaklarına göre dünyanın sürekli faaliyet gösteren en eski multidisipliner yüksek öğrenim kurumu olarak kabul ediliyor.   

Labirent sokaklarda yürümeye devam ederek Nejjarine Meydanı‘na geliyoruz. Meydan Fez’in en atmosferik küçük meydanlarından biri. Meydanın 1244 yılından beri var olduğu söyleniyor. Burada bulunan Funduk al-Nejjarine yıllar boyunca kervansaray, ticari depo, Fransız Karakolu olarak kullanılmış (Nejjarin Marangoz, Funduk: kervansaray demek) Bugün Ahşap Sanatlar ve El Sanatları Müzesi olarak kullanılan bina Fas Riad mimarisinin en önemli örneklerinden. Meydanda iki sütun arasına, ahşap bir gölgelik yerleştirilmiş Nejjarine  Çeşmesi var.

Öğlen yemeğini Medinada atmosferi çok güzel bir yer olan Palais Mnebbi’de yiyoruz.  Erikli, etli tajin  yiyorum.

Medinada pek çok tabakhane var, biz Chouara Tabakhanesi’ne gidiyoruz. İşçiler sarı, pembe, kahverengi, beyaz, kırmızı ve diğer renklerin oluşturduğu bir renk cümbüşü içinde, küçük havuzlarda derileri boyuyorlar. Chouara’nın satış bölümü ve seyir terası var. Seyir terasından medina çok etkileyici görünüyor.

Medinayı fotoğraflayarak, bu labirent benzeri rüya mekandan ayrılıyoruz.

Marinid Mezarlarına gidiyoruz. Fez üç bölümlü bir şehir. Medinanın içinde olduğu Fez el-Bali, Fez el-Jdidve Ville Novelle denilen Fransızlar tarafından inşa edilen yeni bölge. Mezarlar Fez el-Bali’nin yukarısında bir tepede. 13-15 yy. da Fas’ı yöneten Marinid Hanedanının kraliyet Nekropolü. Bugüne kadar kapsamlı bir arkeolojik kazı yapılmadığı gibi, harap edilmiş, anıt mezarların içinde hayvanlar dolaşıyor. Tepeden Fez el-Bali için çok güzel bir gözetleme noktası.

Bundan sonraki ziyaretimiz  Fez el-Jdid‘de  bulunan Dar al-Makzen’e. Sarayın çoğu 17-20’yy da yapılsa da ilk temelleri 1276 da Marinidlerin kraliyet kalesi olan Fez el Jdid’e dek uzanıyor. En büyük kraliyet sarayı, hala kullanılıyor. Sarayın bazı bölümleri kralın olmadığı zamanlar ziyarete açık. Yedi kapılı, kapılardan bir tanesi sadece kraliyet üyelerine ait.

Fas’ın  pek çok şehrinde mellah (yahudi mahallesi) var. Fas’da ki  mellahların en eskisi Fez’de ama bugün burada çok az yahudi yaşıyor. Çoğu Casablanca, Fransa, israil’e taşınmış. Yahudiler  kral korumasında oldukları için saraya yakın yerleşmeyi tercih etmişler.  Pencereleri iç avluya bakan Fas evlerinin aksine, dış cephesi ferforjeli balkonlu Yahudilerin evleri. 

Otelimiz 5 yıldızlı Palais Medina Hotel. Fez, Fas’ı  en güzel tanımlayanşehir.                                                    

Sabah Erfoud’ya gitmek üzere yola çıkıyoruz. Atlas Dağları’nı aşacağız. Yol sık sık karla kapandığı için yol değişikliği yapabiliriz. Kar durumuna göre yapacağımız değişiklik sonucu yolumuz 410, 475 veya 525 km aralıklarında bir şey olabilir. Bu nedenle erkenden yoldayız. Atlas Dağları, Kuzey Afrika’da, Atlantik Okyanusu ve Akdeniz’i, Sahra Çölü’nden ayıran sıradağlardır. Zirvesi 4167 metre ile Fas’ta bulunur. Demir, bakır, gümüş, kurşun, civa, mermer, kaya tuzu, kömür, doğal gaz, fosfat  gibi doğal kaynaklar açısından zengindir. Atlas Dağları dört bölgeye ayrılıyor; 1. Anti Atlas, Orta Atlas, Yüksek Atlas-Fas’ta- 2.Tell Atlas-bir kısmı Fas’ta- 3. Aures Dağları 4. Sahra Atlası. Biz en kuzeyde olan Bir çeşit kireçtaşı platosundan oluşan Orta Atlasları geçiyoruz. Yamaçları ormanlık. Dar kanyonlardan geçerek bir Orta Atlas kasabası olan İfrane’ de kahve ve fotoğraf molası veriyoruz. Buradaki Alp  iklimi nedeniyle yazın serin olduğu için 1928 de Fransızlar burada Alp tarzı dağ evleri yapmışlar. İfrane denizden  1665 metre yükseklikte. Yerli dilinde mağaralar demek. Muhtemelen buranın ilk sakinleri mağaralarda barınmışlar. İkinci Dünya Savaşı’nda esir kampı olarak da kullanılmış. Bugün burada açılan üniversite iç turizmi de canlandırmış, Şehir Fas’ın tatil beldesi ve kayak merkezi olmuş.

Orta Atlaslarda dar vadilerde yolumuza devam ediyor, Midelt yakınlarında öğle yemeği ve fotoğraf molası veriyoruz. Midelt Orta Atlas ve Yüksek Atlas Sıradağları arasında bir düzlükte, denizden 1508 metre yükseklikte bir kasaba. Atlas Dağları ile çevrili bu kasaba  çevredeki Berberi köylerini ziyaret ve trekking için öneriliyor.

Erfoud’a ulaşınca otele öncelikle eşyalarımızı bırakıp, sonra  4×4  araçlara atlayıp, Merzuğa’ya   güneşi batırmaya gidiyoruz.  Merzuga, Fas’ın Cezayir sınırına yakın çölde küçük bir köy. Eskiden Timbuktu’ya giden tüccarların  geçiş noktası iken, bugün turistlere çöl deneyimi yaşatan bir yer.  

Çölde güneş batısı sonrası 4 yıldızlı şık ve güzel Palais de Desert Hotel’e dönüyoruz.

Erfoud bir vaha şehri. Çevredeki çöl film yapımcıları için film platosu. Mumya, Pers Prensi filmleri için burada ki çöl kullanılmış. Fas’ın bu bölgesi, görünüş ve jeolojik olarak Mars’ın belli bölgelerine benzediği için, Mars analog saha araştırması için ilgi görüyormuş. 2013 yılında Avusturya uzay formu burada bir ay geçirmiş. Ayrıca etrafta 3000 yıl önce kumullara gömüldüğü  düşünülen bir şehir için arkeolojik kazı çalışmaları başlamış.   

Sabah ilk ziyaret yerimiz  bir fosil atölyesi. Erfoud 500 milyon yıl önce sular altındaydı. Balık, dinazor, timsah kalıntılarının olduğu söyleniyor. Pek çok fosil atölyesi var. Bir atölyede de ammonitleri, nautiloidleri, krinoidleri, trilobitleri görüyoruz.

Şimdi Todgha Kanyonu‘dayız. Yüksek Atlas Dağları’nda kireçtaşından oluşmuş bir nehir kanyonu. Kanyon duvarları bazı yerlerde 400 metreye dek yükselebiliyor. Kuru mevsimde ziyaret edilmesi öneriliyor. Kuru mevsimde tabandan akan cılız su, yağmurlarla sele dönüşebiliyor. Kilometrelerce süren kanyonun kısa bir bölümünde yürüyüş yapıyoruz. Kaya tırmanışı yapanları fotoğraflıyoruz. Sonra, Fas halılarının olduğu  bir üreticiye yöneliyoruz.

Tinghir’e gidiyoruz. Yüksek Atlaslar ve Küçük Atlaslar arasında 30 km uzunluğunda, 4 km genişliğinde  vaha. Todgha Kanyonu ile komşu. Palmiye/hurma ağaçları yoğun. 

Quarzazate gideceğiz, yolumuz uzun 175 km civarı, molalarla birlikte 3 saate yakın sürüyor. 4 yıldız Al Baraka Des Loisirs Hotele yerleşiyoruz.

Quarzazate, Fas’ın  orta güneyinde, denizden 1160 metre yükseklikte bir platoda kurulmuş. Draa Vadisi ve çöldeki gezintiler için başlangıç noktası. Draa Vadisi Quarzazate ve Zagora şehirleri arasında 100 km.lik, onlarca Casbahın olduğu, Qued Draa Nehri’nin Atlas Dağları’ndan indikçe kaybolduğu, binlerce palmiye ağacı ile kaplı toplam 6 vahanın olduğu bir vadi. Yamaçlardaki mağaraların, kaya oymalarının güzelliği maceraperestlerin ilgisini çekiyormuş. Biz Tinghir üzerinden geldiğimiz için bu vadiden geçmedik. Quarzazate bulunmamızın nedeni, dünyaca ünlü filmlerin çekildiği  stüdyoları ve UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki Aıt Benhaddou’yu görmek.

Sabah 1983 yılında kurulan  Atlas Film Stüdyolarındayız. 322 bin metrekareden fazla bir alanı kaplıyor. Nil’in Mücevheri, Babil, Alaaddin, Cennet Krallığı, Gladyatör, Astriks ve Oburiks, Atlantis, Vikingler, Mumya, Game of Thrones, Büyük Tur, Hapishaneden Kaçış, İnanılmaz Yarış Atlas Stüdyosu’nu kullanan bazı dizi ve filmler.

Sırada Aid Ben Haddou var. Burası Sahra ve Marekeş arasında eski bir kervan yolu üzerinde bir köy. Unesco Dünya Mirası Listesi’nde. Fas toprak mimarisinin harika bir örneği. Köyün tarihi 11.yy’a kadar uzanmakta. Bugün  stratejik önemini kaybettiğinden köyde çok az aile yaşıyor. UNESCO korumasında olması ve 20 den fazla Hollywood Film çekiminde kullanılması nedeniyle büyük kısmi restore edilmiş. Ounila Nehri’nin yanındaki bir tepenin yamacına kurulmuş. Mütevazi küçük evler yanında, kuleli gösterişli evlerde mevcut. Cami, kervansaray, kamu binaları, Müslüman ve Yahudi mezarlıkları, tahıl ambarları.

Buradan Marekeş’e doğru yola çıkıyoruz. Yaklaşık 200 km yolumuz var. Marakeş ve Quarzazate’ı bağlayan Yüksek Atlas Dağları üzerindeki Tiz n’Tichka Geçidi‘nden geçiyor, fotoğraf çekiyoruz. En yüksek yeri 2207 metre. Kuzey Afrikanın en yüksek ana dağ geçidi. Bu yol kışın kapalı olabiliyor. Ama seyahat kitapları gezginlere öneriyor.

Yolda, bir argan yağı üretim tesisinde  mola veriyoruz. Burası kadınların üretim yaptığı bir kooperatif. Argan ağacı, Fas’ın güneybatısı ve Cezayir de kireçli, yarı çöl topraklarda yetişen, fundagillerden endemik bir ağaç. Birleşmiş Milletler 10 Mayıs Uluslararası Arganya Günü ilan etmiş. Fas’ta UNESCO Biyosfer Rezervi olarak kabul edilen yaklaşık 8300 kilometrekarelik bir Argan ağacı Ormanı var. Keçiler bu ağacı çok seviyor ve tahrip ediyor. Bir ağaca insan yardımsız bir keçinin tırmanması mümkün değil. Fas’ta gördüğünüz Argan ağacına tırmanmış Keçiler tamamen insan eliyle gerçekleştirilmiş, turistik bir gösteri. Argan yağı yiyecek olarak kullanıldığı gibi, kozmetik alanda da kullanılıyor.

Yol molalarla bir 5 saati aşıyor. Fas Hükümeti, Marakeş ve Quarzazate  arasını 1,5 saate indirmek için 10 km.lik bir tünel yapmayı planlıyormuş. Son üç gündür Atlas Dağları, geçitler, çöller arasındayız. İfrane,  Midelt,Erfoud,Merzuga, Todgha Geçidi, Quarzazate Atlas Film Stüdyoları, Aid Ben Haddou’yu görmeden Fas’ı anlamak mümkün değil.

Marekeş’teyiz. Tensift Nehri vadisinde, Atlas Dağı eteklerinde yer alan şehir, Afrika’nın en işlek şehirlerinden biri. Bir ekonomi ve turizm merkezi. ”Kızıl Şehir”” Çölün Kızı” gibi adlarla anılıyor. Neolitik Dönemden beri berberi çiftçilerin yaşadığı bir yer. 180 binden fazla palmiye ağacı, portakal, incir, nar, zeytin ağaçları ile tarımın yapıldığı bir vaha. Fas’ın eski imparatorluk şehirlerinden birisi. FIA Formula II Şampiyonası, Dünya Binek Araçları Şampiyonasına ev sahipliği yapmışlığı da var. Orta Çağ’dan, 20.yy başına dek krallığın başkenti. 2000’li yıllarla birlikte gerek kültürü, gerek mülklerin ucuzluğu nedeniyle Avrupa jeti için  revaçta bir yer haline geliyor. Onlarca şık otel yapılıyor. Marekeş’e iner inmez ilk gözümüze çarpan, Kutubiyya Camisi‘nin Minaresi oluyor. 1147 yılında inşaa edilen cami, yeniden 1158 yapılmış. Almohad ve Fas mimarisinin klasik ve önemli bir örneği. Minare 77 metre yüksekliğinde, çeşitli geometrik kemer motifleriyle süslü, tepesinde sivri bir uç ve metal küreler var. Rabat’taki II.Hasan Kulesi, Sevilla Giralda ile aynı döneme ait. Minare Jemaa el-Fnaa Meydanı’na çok yakın.   

                                                                                    Jemaa el-Fnaa Meydanı ve Medina UNESCO Dünya Mirası listesinde ve 11.yy dan beri şehrin simgelerinden. Medinanın girişinde yer alan etrafı lokantalar, standlar, binalar ile çevrili bu meydan günlük ticari faaliyetlerin yürütüldüğü, çeşitli eğlencelerin yaşandığı bir alan. Geleneksel Tıp, kına, vaaz, falcılık gibi hizmetler sunulup, yiyecekler satılıyor. Hikaye anlatıcıları, şairler, dansçılar, yılan oynatıcıları, berberi müzisyenler, doğaçlama yapan performans sanatçıları ile meydan Fas kültürünün bir konsantrasyonunu yaşatıyor. Önemli bir kültür alışveriş yeri. Yaygın turizm nedeniyle olumsuz etkilenmesinden korkuluyor. Meydanın etrafında ki sokaklarda geleneksel pazarlar var. Kumaşçılar, deri ve hasır çantalar, fener, sandalet,  kayısı v.b yiyecekler, ahşap işleri satılıyor.  Burayı görünce Fas’ın karmaşık ruhu diyorsunuz. Burada yankesicilere karşı dikkatli olmanız, alışveriş yaparken sıkı bir pazarlık yapmanız öneriliyor. Biz hava kararırken ve aydınlıkta iki kez meydanı, etrafındaki sokakları gezme şansı bulduk. 5 yıldızlı Da Palm Plaza Hotel’e geliyoruz. Otelin mutfağı oldukça iyi, akşam otelin kulübünde çok hoş müzikler dinliyoruz, sanki İzmir veya İstanbul’dayız.

Ertesi sabah Bahia Sarayı‘na gidiyoruz. Sarayın geçmişi 19.yy ortalarına dayanıyor. 2 hektarlık bir alanı kaplayan saray, etrafı odalarla çevrili avlulardan oluşuyor. Bu tip geleneksel Fas evleri Riad diye adlandırılıyor. Sarayın özelliği dekorasyonu. Duvarlarındaki Arapça yazılar, geometrik desenler, tavan detayları dikkat çekici.

Majorelle Bahçeleri‘ne gidiyoruz. Jacques Majrelle Fransız oryantalist bir ressam. 1917 de buranın yöneticisi Fransız general tarafından buraya davet edilir. Marekeş’e hayran olur. 1923 de burada yaşamaya karar verir. Bir hurma korusu alır. 1931 de Art Deco tarzında bir sanatçı inşaat için görevlendirilir .Duvarlar Majjorelle mavisine boyanır. Bir canlı sanat eseri olarak bahçe tasarlanır. 1947 de bahçeyi halka açar. 1962 de ölünce bahçe terk edilir. 1980 de Pierre Berge ve Yves Saint Laurent, burayı satın alır, pek çok bitki eklenir, restore edilir. Ressamın atölyesine de Berberi kültürüne adanmış bir müze açılır. 2008 yılında YSL’nin ölümü sonrası, Pierre Berge burayı YSL Vakfına bağışlar.

İsteyen Jemaa el-Fnaa Meydanı’na alışverişe yönleniyor, isteyen sokaklarda yürüyerek otele dönüyor. Markete gitme alışkanlığım Fas’ta da devam ediyor. Avokado, peynir, şarap, ekmek, balık…    Her şey Türkiye’den ucuz. AVM lerde ki markalarda uygun fiyatlı. Bu arada Fas’ta çok Türk giyim mağazası var.

Akşam yemekten sonra Chez  Ali ye gidiyoruz. Turistik gösterilerin yapıldığı bir eğlence mekanı. Gösteriler sıradan, ortam çok görkemli, görülmeye değer.

Sabah Marakeş Casabalanca Havalimanı’ndan Türkiye’ye uçuyoruz.

Fas çok renkli coğrafyası, zengin kültürü, tarihi ve lezzetli mutfağı ile görülmeye değer bir ülke. 

  • Fotolarımızın çoğunluğu ve en güzelleri Cem Uşakligil’in çekimleridir. Fotoğraflarını kullanma izni verdiği için çok teşekkürler Cem Uşaklığil’e…

NO COMMENTS

Yorumunuzu Buraya Yazabilirsiniz

Yorumunuzu Giiniz
Please enter your name here