ANA SAYFA Blog

Pepuza Antik Kenti: Kadın Hareketleri Öncülerinin Anadolu’daki Yurdu

Hristiyanlığın kayıp mezhebi Montanizmin başkenti tarihi Pepuza kenti, İç Ege’de, Uşak il sınırlarında Pepuza Vadisi’nde yer almaktadır. Bu toprakları kutsal olarak gören ve İsa’nın gökten buraya ineceğine inanan Montanistler M.S 165-550 yılları arasında Pepuza’da yaşamışlardır.

İsa’dan sonra ikinci yüzyılın ikinci yarısında, erken Hristiyanlık döneminde Montanus, Maximilla ve Priscifia adlı  iki kadınla birlikte, Anadolu topraklarında Frigya bölgesinde derin bir akarsu vadisinde Montanizm mezhebini kurdular. Montanus’un öncesinde Ana Tanrıca Kybele kültürünün rahibi olduğu da ileri sürülmektedir.

Dindeki Hristiyanlıktaki erkek egemen hiyerarşik yapıya karşı çıkan Montanistler kendi mezheplerinde kadınların da psikopos olmalarının önünü açtılar. Bu yaklaşımla kısa sürede çok sayıda Hristiyan kadın rahibi saflarına kattılar. Montanizm birçok Avrupa ülkesine yayıldığı gibi İtalya’dan Kuzey Afrika’ya da atladı.  Montanizm mezhebi Hristiyanlığın yayılma döneminde üç kıtada var oldu. Anadolu toprakları Frigya’da Montanizm mezhebinin merkezi kuruluş yeri Pepuza zamanla uzaklardaki taraftarları için bir haç merkezi oldu.

Montanistler dinde kadın haklarına yaklaşımlarından dolayı her dönem Kilise örgütünün dışında tutuldular, radikal bir dinsel düşünce akımı olarak görüldüler.

Montanizmin yönetim merkezi Pepuza dört yüzyıl boyunca “Yeni Kudüs” olarak anılmış.  Montanistlerce kıyametin yakın olduğu İsa’nın Pepuza’ya ineceği savunulmuş. Evliliğin istenmeyen bir şey olduğu benimsenmiş olsa da, evlilik tamamen yasaklanmamış.

M.S 313 yılında Roma İmparatorluğu’nda Hristiyanlık diğer bir çok din ile birlikte yasal statü kazandı. Ancak Montanizm mezhebi Kilise örgütünün dışında olduğundan Hristiyanlar arasında kabul görmedi.

M.S 325 senesinde toplanan İznik Konsülü’nde hangi mezheplerin Hristiyanlık inancı açısından kabul edileceğine karar verildi. M.S 380 senesinde resmi olarak kabul edilmeyen Hristiyan mezhepleri arasında sayılan Montanistler de “kafir-sapık” ilan edildi, legal  çalışma statülerini kaybettiler ve mallarına Roma devletince el konuldu.

Altıncı yüzyılda Doğu Roma yani Bizans imparatoru Justinianus’a (527-565) karşı  Başkent istanbul’da  Nika ayaklanması yaşandı. İmparator Justinianus, şimdiki Sultanahmet At Meydanı’ndaki stadyumda otuz bin kişiyi katlettirerek tahtını koruyabildi. Çok dindar bir Hristiyan olan Justinianus  kilisenin kesin çizgileri dışında kalan inançlara amansız bir soykırım başlattı. Bu katliamlardan Montanistler fazlası ile nasiplerini aldılar. baskı ve katliamlara dayanamayan Montanistler, 550 yılında  derin nehir vadisindeki kayalara oyulmuş üç katlı kaya manastırlarına kendilerini kapatıp yaktılar.

Montanistlerin  kiliseye, dine  yönelttikleri eleştirilerin bir çoğu geçerliliğini yüzyıllar boyu korudu. Kadın erkek eşitliği düşüncesi dünyada büyük taraftar buldu. 8 Mart 1857 tarihinde A.B.D. nin New York şehrinde  40.000 kadın dokuma işçisi eşit işe eşit ücret, çalışma saatlerinin azaltılması, doğum izni gibi insani taleplerle greve başladılar. Grev esnasında çıkan yangında fabrikaya kilitlenen 129 kadın işçi yandı. Kaç on yıl sonra 8 Mart “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak kabul edildi. Feminist hareketler çığ gibi büyüdü.

Kadın hakları savunucuları  düşüncelerinin “ataları” saydıkları Montanistlerin  ana yurdu Pepuza’yı ve kendilerini yaktıkları üç katlı kaya manastırı daha sıkı aramaya başladılar. Afyon’da, Denizli’de, Çivril’de aradılar.

2001 ve 2002 yıllarında Heidelberg Üniversitesinden Pr.Dr Peter Lampe ve ABD’den Pr.Dr. Wiliam Tabbernee yaptıkları  yüzey araştırmaları sonucu olarak Pepouza kentinin Uşak’a bağlı Karahallı ilçesi Karayakuplu köyü yakınlarında olduğunu ilan etmişlerdir. Roma imparatorluğunun ağır vergilerine itiraz eden ve üzerinde  Pepouza adının geçtiği kitabe Uşak Müzesi’nde saklanmaktadır.

Karahallı ilçesine on yıllarca elektrik sağlayan Banaz Çayı Vadisi’ndeki  Clandras Köprüsü’nün doğusundan başlayıp batıya Pepuza şehrine uzanan taşlara oyulmuş su yolu hala ayakta mutlaka görülmeli.

Pepuza Uşak ili, Karahallı ilçesine bağlı Karayakuplu köyü sınırları içerisindedir. Karayakuplu köyü Uşak’a 30 km, Karahallı’ya 18 km uzaklıktadır.

Montanistlerin yurtlarına vadi içi yürüyüş ile iki farklı yoldan ulaşabilirsiniz.

1. rota; Clandras Köprüsü’nden Pepuza’ya yürümek.

Pepuza’ya su taşıyan Banaz Çayı boyunca kayalara oyulmuş su kanalı Clandras Köprüsü’nün biraz doğusunda başlar. Clandras Köprüsü’nün altından geçen ve Banaz Çayı’nın akışı yönünde nehri takip eden dünyanın en güzel doğa harikalarından biri olan vadide tahta yürüyüş yolu ile belli bir yere kadar çok keyifli geçersiniz. Tahta korunaklı yol bittiğinde, kayaların arasındaki patika yoldan nehir boyu ilerleyerek 5-6 km’lik bir yürüyüş ile Pepuza Manastırı’na ulaşabilirsiniz.

2. rota; Uşak Ulubey ilçesi Hasköy sınırlarında olan Hasköy Asarı mevkisinden başlayabilirsiniz Pepuza topraklarını tanımaya. Hasköy asarında kaya mezarları ve tepeden Banaz Çayı’na inen tarihi tünelli merdiveni göreceksiniz.

Yürüyüşe Hasköy asarında başlayıp Banaz Çayı’nın akışının ters yönünde ilerleyerek Bakırali mevkisine gelinir. Toprak yolda önce Kalemlik Köprüsü’nden geçilir ve ardından zamanında değirmen olan Ayvaz dayının değirmenin olduğu bahçeden geçmek için Ayvaz dayıdan izin alınarak, yaklaşık 800 metre sonra Pepuza Manastırı’na ulaşırsınız. Tarihin bu saklı kalmış köşesinden, yeşil yaprakların arasından sızan güneş ışıklarının dansı ile enerji toplatıp tabana kuvvet yürümeye devam edin. Clandras Köprüsü’nün yukarısından kayalar oyularak açılan Pepuza’ya su getiren kanalı yakaladığınız yerde büyük bir kırlangıç kolonisinin yuvalarının olduğu mağaraya bakıp kalacak, gözlerinizi ve usunuzu sayıları binleri aşan kırlangıç yuvasından ayıramayacaksınız.

Mağaranın önünden geçen kayalara oyulmuş su kanallarına her el sürüşte kaç asır önce bu kanalları yapanlarla el ele tutuştuğunuzu hissedeceksiniz. Su yolunun, Banaz Çayı’nın derin vadisinde birden yükselen heybetli, gösterişli, çıkılması zor ya da imkansız kayaların oyuklarına yaptıkları yuvalarından çıkıp vadi üstünde süzülen şahinleri seyre dalıp kalırsınız; kendilerini göremeseniz de çok sayıda bülbül sesi işitince bülbülün aşık olduğu gülleri ararken dağ zambaklarına vurulursunuz. Banaz Çayı eşliğinde su kanalının içinde yürüye yürüye yeni yapılan tahta yürüyüş yolunu bulacak ve Clandras Köprüsü’ne ulaşacaksınız. Yaklaşık 13 km’lik Clandras Köprüsü’ne kadar kanyon içinde uzayan bir buram buram tarih kokan bir yolculuğu tamamlamış olacaksınız.

Banaz Çayı Vadisi’nde Montanistler kadınların dinsel hiyerarşide eşit olmalarını savundukları için katledilmelerine, 550 senesinde üç katlı kaya manastırlarında diri diri yakılmalarına, ya da baskılara dayanamayıp kendilerini yakmalarına tanık olan balıklar gitmiş çaydan, ağaçlar kurumuş, yeni ağaçlar bitmiş, kuşlar gitmiş, yeni kuşlar gelmiş. 550 senesinden 2024’e vadide baki kalan her birisi bir heykele benzeyen, adeta yüzyıllar öncesinden ses veren yüce sert kayalar kalmış. 

O kayalar konuşmasın, gerçeğin tanığı hiç kalmasın dercesine bir mermer firması bölgede taş çıkarma ocağı açmış. Parçalıyor bağıran kayaları.

Ülke turizmi açısından çok önemli bu coğrafyada ihtişamlı bir geçmişe sahip Uşak şehrinde size bu zenginliği anlatacak rehber sayısı bir elin parmakları kadar bile değil.

Uşak’ı adım adım gezmek üzere çıktığımız yolculukta, biz çok şanslı idik. Uşak Tanıtım ve Kültür Gönüllüleri Derneği Başkanı Mehmet Keyvanoğlu bizi karşıladı ve Uşak Müzesi, Kent Belleği Müzesi, Uşak Şehit ve Gazi Müzesi, Uşak evleri, Bedestan, Dönertaş ….ı gezdirirken ilmik ilmik Uşak ve bölgenin geçmiş ekonomik, sosyal, siyasal tarihini; işgal altından çıkıp yeniden doğan bir uluşun kurtuluş mücadelesini usumuza işledi. 

Uşak’ın tarih ve doğa harikası bölgesi, Pepuza Vadisi ve Ulubey Kanyonlarında,  bize gönüllü rehberlik yapan trekking ve hiking rehberi, Mustafa Zeki Ada gönüllerimizi fethetti. Onun sayesinde yapabildik uzun vadi yürüyüşlerimizi.

Visits: 10

Saraybosna Gezi Rehberi: Kültürlerin Buluştuğu Kadim Kent

Saraybosna doğu ve batının, değişik milletlerin, dinlerin, kültürlerin kesişim noktası. Coğrafi konumunun yanı sıra, çok kültürlü yapısı, tarihi zenginliği ile hoşgörü merkezi. Şehirde 500 yıldan fazla bir dönemin ruhunu sokaklarında hissederek dolaşabilirsiniz.

Saraybosna Balkanlarda, Bosna Hersek’in başkenti ve en büyük şehri. Sarajove Vadisi’nde Miljacka Nehri’nin iki kıyısına kurulmuş, yeşil bir şehir.  Boşnakça ve Batı dillerinde adı Sarajevo, saraj ve evo kelimelerinin birleşimi, Osmanlı’dan kalma bizim için Türkçe Saraybosna adı da saray ve ova kelimelerinden gelmektedir.

Coğrafi olarak Doğu Roma ile Batı Roma’nın sınırında konumlanmış olan Saraybosna doğal olarak Katolik ve Ortodoks nüfusu barındırmakta idi. Osmanlının bu topraklara hakim olması sonrası  Müslüman nüfus yerleştirilir bölgeye. İspanya’dan ve Portekiz’den 1492-1496 yıllarında sürülen Yahudilere Osmanlı İmparatorluğu sahip çıkar ve Yahudi nüfusun bir bölümü Saraybosna’ya yerleştirilir. Böylece daha önceki dönemlerde Hristiyan ağırlığa sahip bölge üç dinin hoşgörü içinde birlikte yaşadığı bir şehir olur ve  Avrupa’nın Kudüs’ü olarak anılmaya başlanır.

Saraybosna bizim araba ile çıktığımız Balkanlar gezimizde Adriyatik kıyılarından sonra ulaştığımız son şehir idi. Çoğunluk Müslüman halkın yaşadığı, daha doğu havasında bir şehir beklerken Saraybosna oldukça şaşırttı beni. Bir yanda korunan Osmanlı eserleri ile doğu ruhu yaşatılırken, diğer yanda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun yarattığı modern, Avrupai şehir güzel bir harmoni oluşturmuş. Gerçekten sokaklarda dolaşırken çok renklilik yaşanıyor. Ancak 1992-1995 arasında yaşanan savaşın ağır yaraları da sokaklarda, müzelerde, savaşın tahrip ettiği binalarda hissediliyor. Saraybosna benim için Balkan gezisinde mutlaka görülmesi gereken şehirler arasında yerini aldı.

Bu arada Saraybosna’yı görmek için çok daha fazla neden sayabiliriz.

Niçin Saraybosna

  • Çok kültürlü bir şehir, farklı milletler, farklı dinler harmonisi.
  • Hem doğu, hem batı sentezi.
  • Tarihi, mimarisi, yemyeşil doğası ile güzel bir şehir.
  • Sıcakkanlı halkı ile hem bizim için ortak kültürlü, hem batılı.
  • Damak tadımıza uygun zengin mutfağı.
  • Türklere vize istenmeyen bir ülke.
  • Fiyatlar birçok Avrupa ülkesine göre daha uygun.
  • İstanbul’dan direk uçuş ile iki saatte ulaşılabilen bir şehir.
  • Saraybosna’dan günlük turlarla Bosna Hersek’in başta Mostar şehri ve diğer görülmesi gereken Balağay Tekkesi ve Kraviçe Şelaleri’ne gidebilirsiniz.

Bu arada yine tarihi şehir Mostar  ve çevrede diğer görülecek yerler yazımı linkten okuyabilirsiniz.

Mostar Gezi Rehberi: Bir Köprüden Çok Daha Fazlası

Ulaşım

Saraybosna, THY’nın İstanbul Havalimanı’ndan, Pegasus Havayolları’nın Sabiha Gökçen Havalimanı’ndan her gün direk uçuşu ile iki saatte ulaşılabilecek bir şehir. Saraybosna Havaalanı şehre sadece 6 km uzaklıktadır. Havaalanından şehir merkezine  birkaç şirketin otobüsü işlemekte. Havaalanı çıkışında otobüs durağını görebilirsiniz. Şehir merkezine havaalanı uzak olmadığı için taksi ile ulaşım da  bir  seçenek olarak görünüyor.

Bu arada İstanbul’dan Saraybosna’ya her gün düzenli otobüs seferleri yapılmaktadır. Otobüs yolculuğu 16 saat sürmektedir.

Bireysel gezen gezginlerin Saraybosna’nın yanı sıra  gezi programlarına yakındaki diğer şehirleri de alacaklarını düşünerek otobüs ve tren seferlerinden söz etmek uygun olacaktır.

Saraybosna’da iki şehirlerarası otobüs terminali bulunuyor. Merkez tren istasyonunun yanında yer alan ‘Autobusna Stanica’ terminalinden Dubrovnik, Zagrep, Split, Novi Pazar, Mostar’a seferler düzenleniyor. Diğer otobüs terminalinden de Karadağ, Belgrad, Podrorica’ya seferler düzenlenmekte. İşin doğrusu Saraybosna’dan başka şehirlere giderken hangi terminalin kullanılacağını önceden kontrol etmek gerekiyor. Sefer yerleri değişebilir şüphesiz.

Tren ile ulaşım da diğer ülkeler ve şehirler arasında kullanılabilecek bir seçenek. Saraybosna’dan Macaristan’ın başkenti Budapeşte, Hırvatistan’ın başkenti Zagrep’e ve Mostar’a düzenli tren seferleri bulunmaktadır.

Biz Adriyatik kıyılarını gezmek amacıyla araba ile çıktığımız yolculukta Makedonya, Karadağ ve Hırvatistan sonrası güneyden Dubrovnik’ten Bosna Hersek sınırına ulaştık. Bosna Hersek’te önce Mostar’da bir gece konaklayıp sonra Saraybosna’ya geçtik. Şehir içinde arabaya ihtiyaç duymadık.

Saraybosna küçük bir şehir, yürüyerek keşfedilebiliyor şehrin tarihi ve turistik yerleri. Daha geniş bir alanı dolaşmak isterseniz tramvay veya otobüs kullanabilirsiniz. Biz tüm şehri yürüyerek dolaştıktan sonra halkın yaşadığı bölgeleri görmek için tramvaya bindik. Tramvay Başçarsı’da Sebil’in hemen önünden geçiyordu. Tramvay durağının karşısındaki büfeden biletimizi aldık.  Tramvaya binince bileti okutmak gerektiğini hatırlatalım. Aynı tramvay ile şehrin bir ucuna  kadar gidip, döndük. Havaalanı ve terminal dışında pek taksi kullanma ihtiyacınız olmayacağını söyleyebiliriz.

Konaklama

Saraybosna’da uygun fiyatlı konaklama seçenekleri bulunabilir, booking.com, agoda.com veya airbnb’den ayırtılabilir.

Biz airbnbden ayırttığımız Milk&Honey Apartment’dan memnun kaldık. Evin temel ihtiyaçlarımızı karşılayacak şekilde ve zevkli döşenmesinin yanında şehrin turistik yerlerine yürüyerek ulaşmamızı sağlayan konumu  çok büyük avantaj idi.

Konaklama yerini Ferhadiye Caddesi’ne yakın yerden seçmek hem doğuyu hem batıyı gezmeyi kolaylaştırıyor.

Kısa Tarihi

Orta Çağ’da Vrhbosna Eyaleti olan Saraybosna bölgesi, 1463 yılında Osmanlı topraklarına katılmış. Osmanlı kendi toprakları arasında yer alan Avrupa sınırları içerisindeki en büyük Avrupa şehrine hanlar, hamamlar, camiler, köprüler ile önemli yatırımlar yapmış.

Şehir 1878 yılında Avusturya Macaristan İmparatorluğu hakimiyetine geçmiş. Bu dönemde yapılan yatırımlar ile Saraybosna bir Avrupa şehri özelliklerini kazanmış. I. Dünya Savaşı’nın tetiklenmesinde önemli rol alan şehir, 1918-1929 yılları arasında Sırp, Hırvat, Sloven Devleti tarafından yönetilmiş. 1929-1941 Yugoslavya, 1941-1945 yılları arasında Hırvatistan kontrolünde olmuş şehir. 1945 yılında Yugoslavya Federasyonlar Birliği’nin Bosna Hersek Federasyonu’nun başkenti olmuş. Ancak Yugoslavya Federasyonu’nun 1992 yılında dağılması sonrası Saraybosna halkının bağımsızlık referandumu sonrası şehir Sırplar tarafından işgal edilir. Bu kuşatma 1996 yılına kadar sürer. Ağır roket saldırıları ile 11.000 kişi öldürülür, 50.000 kişi yaralanır, binaların büyük bir kısmı hasar görür. Ancak 1995 yılında imzalanan Dayton Anlaşması ile kuşatma kaldırılır. Saraybosna şehri Bosna Hersek devletinin ve Müslüman Hırvat Federasyonu’nun başkenti olarak ilan edilir.

Gezilecek Yerler

Saraybosna’ya Osmanlı toprakları arasına girdikten sonra önemli yatırımlar yapılmış. 1463 yılında bölgede Bosna Sancak beyi olan İshak bey ve oğlu İsa bey tarafından ilk Müslüman yerleşim yerleri kurulmuş. Şehirde saray, Fatih Sultan Mehmet adına Hünkar Cami, hamam, zaviye, medrese, bedesten, imaret ve köprü yaptırmışlar. 16. yy’da 1521-1541 sancak beyi olan Gazi Hüsrev Bey şehrin sembolü olarak ortasına külliye, şehirde ticari, dini, kültürel binalar yaptırmış. Nüfusun islamileştirilmesinde önemli rol oynamıştır. Saraybosna’nın ilk kurucusu İsa Bey, ikinci kurucusu Gazi Hüsrev Paşa olarak biliniyor. Bizim de gezimizde öncelikle şehrin Osmanlı döneminden günümüze kalan ve halen kullanılan eserlerini göreceğiz.

Saraybosna’nın mimari yapısında diğer önemli dönem 1878-1918 yılları arasındaki Avusturya Macaristan İmparatorluğu dönemidir. Avusturya_Macaristan İmparatorluğu şehri bir yandan ticari olarak geliştirirken modern, Avrupa kültürüne uygun imar faaliyetlerine girişir. Modern yerleşim yerlerinin yanı sıra müze, tiyatro, belediye binası, mahkeme binası, demiryolları, otel, fakülte binaları yaptırılır. Şehir elektriğe bu dönemde kavuşmuş, yeni su kanalları açılmış, refah düzeyi artan şehrin nüfusu da hızlı artış göstermiştir.

Saraybosna şehri I. Dünya Savaşı’nın başlamasının tetiklendiği şehirdir. 1914 yılında Avusturya-Macaristan Krallığı’nın veliahtı  Frans Ferdinand ve eşinin Saraybosna’yı ziyareti sırasında, arabaları Latin Köprüsü üzerinde iken silahlı saldırıya uğrarlar. Bir  Sırp teşkilatı üyesi silahla saldırır, veliaht ve eşi bu suikastta ölür. Bu saldırı sonrası Avusturya Sırbıstan’a savaş açar ve I.Dünya Savaşı başlar.

Bizim Saraybosna gezimiz iki bölümdeki eserlerin çoğunu kapsıyor. Yürüyerek hem Osmanlı hem de batı modern kesiminde tüm şehri keşfedebiliyoruz. Konaklamanızı Başçarşı civarı veya Ferhadiye Caddesi’ne çıkan sokaklarda seçerseniz ulaşım çok kolay olacaktır. Ferhadiye Caddesi çok önemli bir cadde. Caddenin bir ucu Başçarşı’ya Osmanlı tarafına çıkıyor. Caddenin diğer tarafında aynı cadde üzerinde Ortodoks Kilisesi, Katolik Kilisesi, Cami ve Sinagog görebilirsiniz. Hatta caddenin ortasında yer taşlarının üzerinde şehrin batı ve doğu yönü ve kültürlerin bileşimi vurgulanmış.

Her ne kadar şehirde şu anda Boşnak Müslüman oranı % 50’nin üzerinde olsa da Ferhadiye Caddesi üzerindeki yürüyüş ile şehrin kültürel mozaiğini ruhunuzda özümseyeceksiniz. Balkan şehirlerinin bir bölümünde 500 yıla yakın kalan Osmanlının şehre bıraktığı tarihi eserler ve bugünkü yaşamda etkileri her şehirde farklı boyutlarda orta çıkıyor. Bir karşılaştırma yaparsak, doğu batı ayrımını en keskin şekilde Üsküp’te görüyoruz. Şehrin doğu ve batısı bir köprü ile ayrılıyor. Ancak Üsküp batı tarafında son yıllarda yaptığı devasa heykeller ve modern tasarımlı binalar ile farklı bir doku yaratırken, doğu tarafına ve kalesine yatırım yapmayarak iki taraf arasında ters yönlü bir farklılığı göze sokmaya çalışıyor. Ancak Saraybosna daha estetik bir şekilde ortaya koymuş bu farklılığı. Osmanlı izlerinin olduğu şehirlerde Kavala, Prizren, Mostar gibi şehirlerde Osmanlıdan kalanlar restore edilip turizme açılmış.

Saraybosna gezimize Başçarşı’dan yani Osmanlı eserleri ile başlıyoruz.

Başçarşı

Başçarşı 15.yy’da Osmanlı dönemi ile birlikte şehrin ticaret merkezi olmuş. Saraybosna’da Başçarşı’nın yanında Franaçka Çarşısı, Sabljarkska Çarşısı, Terzijska Çarşısı gibi çarşılar bulunmakla beraber şehrin ana çarşısı Başçarşı. Tarihi çarşı Osmanlı döneminde olduğu gibi, 1878-1918 yılları arasında Avusturya Macaristan İmparatorluğu dönemi ve bugün de önemini ve canlılığını korumaktadır.

2015 yılı öncesi bakımsız kalan Başçarşı, Saraybosna Stari Grad Belediyesi ve Bursa Osmangazi Belediyesi’nin eşit şekilde finanse etmesi ile TİKA tarafından projelendirilerek yapılan destekler ile  yenilenmiş. Çarşı son derece bakımlı durumda. Bu arada 1.2 milyonluk Konvertible Mark civarındaki projeye Bursa ilinin bir belediyesinin kaynak ayırması çarpıcı geldi bana.

Başçarşı gezisi şehrin en hareketli bölgesinde Osmanlı eserleri ile zengin bir keşif olacak. Bedestenler, camiler, hanlar, hamamlar, çeşmeler gibi tarihi eserlerin yanında, özgün eserlerin olduğu dükkanlar, bakırcılar çarşısı, hediyelik eşyalar, otantik kafeler hep bu bölgede. Bu çarşı uzun zaman geçireceğiniz yer, alışverişlerinizin yanı sıra yöresel yemekleri tadacağınız restoranlar da bu arada. Biz öğlen yemeğinde cevabi kebabımızı burada yedik, yemek sonrası bakır cezvelerde pişirilen bol köpüklü kahvemizi otantik bir kahvede içtik. İlk günümüzde şehrin batı bölümüne geçmemize rağmen akşam yemeği için tekrar Başçarşı’ya klasik  Boşnak mutfağını tatmak için döndük.

Başçarşı Sebili

Başçarşı gezimize bölgenin semboli Sebil ile başlıyoruz. Sebil Başçarşı Meydanı’na 1753 yılında Mehmed Paşa Kukaviçe tarafında yaptırılmış, ahşap, Osmanlı tarzı bir çeşmedir. Çeşmenin çevresi Başçarşı dükkanları ile çevrilmiş. Çeşmenin başı sürekli kalabalık. Bir inanca göre bu sebilden su içenler tekrar Saraybosna’ya gelecektir.

Gazi Hüsrev Bey’in Eserleri

Saraybosna sancak beyi Gazi Hüsrev Paşa şehirde ciddi imar işleri yaptırmıştır. Sancak beyi 1537 yılında bir medrese yaptırmış ve o dönemden bugüne bu medresede eğitim kesintisiz sürmüş. Yugoslavya lideri Tito döneminde ve savaş dönemlerinde de burada İslami eğitimine izin verilmiş.

Gazi Hüsrev Vakfı eli ile yönetilen bir kompleksin içinde Gazi Hüsrev Bey Cami, Gazi Hüsrev Bey Müzesi, Gazi Hüsrev Bey Medresesi, Zaviyesi, Çeşmesi ve Hamamı bulunmakta. Caminin bahçesinde kendi türbesi de yer almaktadır.  Sadece bu dini yapılar değil ticari amaçlı Gazi Hüsrev Bey Bedesteni de yapılmıştır. Bu kompleksin yaşamın her alanında yer aldığı görülmekte. Caminin bahçesinde Gazi Hüsrev Bey’in türbesi de bulunuyor. Bu binalardan müze, cami ve Abdülaziz sergisini gezmek ücretlidir.

Saraybosna Saat Kulesi

Caminin hemen yanında yer alan saat kulesi ülkenin ulusal anıtları arasında sayılmaktadır. Yine Gazi Hüsrev Bey tarafından yaptırılan saat kulesi 30 metre yüksekliği ile ülkenin en uzun saat kulesidir. Saatin asıl özelliği güneş saatine göre değil 29,5 günlük ay saatine göre ayarlanmakta olmasıdır. Saat tam güneş batarken akşam namazı saatinde 12’yi gösterir. Asıl olarak ezan saatlerini göstermektedir.  Ancak saatin her hafta ayarlanması gerekmektedir. Bu saat dünyada kamuya ait tek ay saatidir.

Taşlıhan

Yine Gazi Hüsrev Bey döneminde 1543 yılında yapılan bir kervansaray bedestenin yanında yer alıyor. Saraybosna’nın en eski taş kervansarayı. Ancak bina yıkılmış, gezilecek bir yeri kalmamış.  Sadece duvarlarının bir bölümü görülebiliyor.

Morica Han

Morica Han 1551 yılında yapılmış 300 yolcu ve 70 hayvan alabilecek kapasitede ve bugün Saraybosna’daki ayakta kalan tek kervansaraydır. Bu han da Gazi Hüsrev Bey Vakfı tarafından yönetilmektedir. Şu anda hanın içinde kafelerde oturabilir veya hediyelik eşya dükkanları ve halıcılardan alışveriş yapabilirsiniz.

Brusa Bezistan Müzesi

Başçarşı sokaklarında dolaşırken tarihi binada karşımıza çıktı müze. İki katlı küçük müze Saraybosna’da antik dönemden başlayarak Saraybosna tarihini anlatıyor. Girişte şehrin Avusturya Macaristan İmparatorluğu’na geçmeden önceki dönemde şehrin maketi sergilenmekte. Müze 1551 yılında yapılmış Brusa Bezistan’da yer alıyor. İsimdeki Brusa adı Bursa ilinden gelmekte. Bezistanda Bursa’dan gelen ipekler satıldığı için bu isim verilmiş. Başçarşı gezisinde karşınıza çıkan müzeyi gezmek çok zamanınızı almayacak, gezmenizi öneririm. Giriş ücreti çok yüksek sayılmaz.

Hünkar Cami

Osmanlı eserlerini gezmeye Başçarşı’dan çıkıp, nehrin karşı tarafına geçerek devam ediyoruz. Nehrin karşı tarafında Saraybosna’nın kurucularından İsa Bey’in 1457 yılında Fatih Sultan adına yaptırdığı Hünkar Cami, Bosna’nın fethinden sonra Saraybosna’da yapılan ilk camidir. Şehre gelen müslümanlar da cami etrafındaki mahalleye yerleştirilmişlerdir. Cami ilk yapıldığında ahşap ve daha küçük yapılmış. 1480 yılında çıkan yangında hasar gören cami Kanuni Sultan Süleyman döneminde yapılan restorasyon ile bugünkü haline kavuşmuş. Yine 1992-1995 yıllarında, savaş sırasında çok zarar gören camiye  Daha sonraki eklemelerle bugünkü boyutlarına ulaşmış. Türkiye Cumhuriyeti TİKA destekleri ile 2015 yılında cami onarımdan geçmiştir.

Latin Köprüsü

Hünkar Cami’sini görmek için nehrin karşı tarafına geçmiş idik. Tekrar nehrin diğer tarafına dönmek için şehrin en ünlü tarihi köprüsü Latin Köprüsü’nü kullanıyoruz.

Latin Köprüsü, şehrin tam ortasından geçen Miljacka Nehri üzerinde yapılan en eski köprülerden biri. Köprü Osmanlı döneminde, 1541 yılında tahta köprü olarak yapılmış. Daha sonra dört gözlü taş köprü olarak yenilenmiş.

Latin Köprüsü yapılış tarihinin eskiliğinden çok 19.yy’da şahne olduğu bir olay ile I. Dünya Savaşı’nın ilk fişeğinin atıldığı köprü olarak tanınıyor. Avusturya Macaristan Arşidükü Franz Ferdinand ve eşi 28 Haziran 1914 yılında bu köprüde suikasta uğradı. Bu köprüde Gavrilo Princip isimli bir Sırp ateş etti Prens Ferdinand’a. Yugoslavya’nın hükümranlığı sırasında bu köprüye suikastı yapan Sırp Princip’in adı verildi. Yugoslavya dağıldıktan sonra köprü tekrar Osmanlı dönemindeki adına kavuştu.

Köprünün bitiminde Sarajevo Müzesi bulunmakta. Müzede Avusturya Macaristan dönemine ilişkin eserler fotoğraflar, belgeler yer alırken, suikasta da yer verilmiş, olayın olduğu yerde müze duvarına bir levha konmuş, kapının önünde de prensin ve eşinin içinde olduğu araba sergilenmekte.

Köprüyü geçip yine eski şehirde Ferhadiye Caddesi’ne çıkıyoruz. Bu cadde şehrin kimliğini tam anlamı ile yansıtıyor. Doğu ile batı eserleri aynı cadde üzerinde. Doğu’dan batıya doğru yürürken doğu ve batının sentezi, birleşim yeri de yer karoları üzerinde vurgulanmış. Gezimizde batı bölümüne geçerken önce savaşın hüznünü yaşayacağımız Galeri’ye uğrayalım.

Galeri 11/07/95 Srebrenica Exhibition

Srebrenica soykırımında trajik şekilde hayatlarını kaybeden 8372 kişinin anısının korunması için Bosna Hersek’te ilk açılan anma galerisidir. 12 Temmuz 2012 tarihinde açılan Tarik Samarah’ın fotoğraflarından ve soykırıma ilişkin bilgi ve belgelerden oluşan daimi sergi 300 metrekare alana kurulmuş.

Galeri Tarik Samarah’ın Srebrenica’daki toplama kamplarında ve toplu mezarlarda çektiği, belge niteliğindeki fotoğraflardan, video belgelerinden, soykırım haritasından, bugüne kadar bulunan toplu mezarların işaretlendiği haritalardan, portre ve katledilen insanların adları ve soyadları ile kurtulanların açıklamalarından oluşmaktadır.

Her bir kareye bakarken hüzünlenmemek mümkün değil gözleriniz doluyor ve fotoğraflanan insanların derin acısını yüreğinizde hissediyorsunuz. Tüm fotoğrafların tamamı siyah beyaz çekilmiş ve hüzün yüklü olduğu için sanki her bir fotoğraf karesi yapılan insanlık zulmünün sonuçlarını daha bariz görmemizi sağlıyor.

TİKA desteğiyle restore edilen gri renkli, soğuk ve hüzünlü bir bina burası. Asansöre binmek için kapıyı açtığımızda aynada kendi yüzünüzün yanı sıra Boşnakça, Türkçe ve İngilizce yazılmış o etkileyici cümle çarpıyor gözünüze: “Sen benim tanığımsın” Gezenlerin ayrılırken artık bir “tanık” olduğu, müze ve galeri karışımı bir mekan burası.

Bu özel mekana ilişkin görseller ve bilgi için galerija110795.ba/tr/ sitesi ziyaret edilebilir. Site açıklamaları mekanın kendisinde olduğu gibi Türkçe de hazırlanmış. Sergideki fotoğraflar dünyanın bir çok yerinde ziyarete açılırken henüz Türkiye’ye gelmemiş.

Srebrenitsa katliami Avrupa’da II.Dünya Savaşı sonrası yaşanan en büyük soykırım olarak belgelenmiş ve kabul edilmiştir.

Kutsal Kalp Katedrali

Galeriden çıktıktan sonra karşımıza Saraybosna’nın sembolik eserlerinden biri Kutsal Kalp Katedrali (The Catedral of Jesus’ Sacred Heart) geliyor. 1889 yılında yapılan Saraybosna’nın en büyük katedrali bu katedral. Neo Gotik stilde yapılan katedralin iki yanında 43 metre yüksekliğinde iki saat kulesi bulunmakta.

Katedralin önünde Papa John Paul’un heykeli yer almakta. 1997 yılında savaş sonrası şehre gelerek ve barış ve hoşgörü mesajları veren Papanın adına yapılmıştır.

Ortodoks Katedrali

Gotik mimarili gösterişli Katolik Kilisesi’nden sonra Miljacha Nehri’ne doğru yönümüzü çevirdiğimizde hemen yakında barok mimarili Sırp Ortodoks Katedrali yükselmekte. Kilisenin yapımı 1874 yılında tamamlanmış. Kilise dünyanın önemli  Ortodoks merkezleri arasında sayılıyor. Kilise içinde bir müze de bulunmakta.

Sonsuz Ateş

Ebedi ateş, Bosna-Hersek’teki İkinci Dünya Savaşı’nın askeri ve sivil kurbanlarının anıtıdır. Anıt 6 Nisan 1946’da, Saraybosna’nın dört yıl süren Nazi Almanyası ve Hırvatistan’ın işgalinden kurtarılmasının ilk yıldönümünde yapılmış. Ferhadiye ve Tito Caddesi’nin birleştiği yerde görebileceğiniz bu ateşi 2011 yılında bir grup söndürmeye kalkmış ama çevredeki turistlerin gayreti sayesinde tekrar yanmış. 1946 dan günümüze hiç sönmeden yanmakta olan ateş hüzünle karışık  duygular uyandırıyor.

Anıt, özgürlüğü temsil etse de Saraybosna’nın tüm acılarını sanki içinde barındırıyor.

Saraybosna Gülleri

İsminin güller olduğuna bakmayın, Saraybosna gülleri dünyada örneği olmayan, bu  şehre özgü bir simge. Bosna savaşı sırasında şehri kuşatan Sırp ordusu şehre binlerce havan topu saldırısında bulunmuş. Tahminen şehre düşen havan topu sayısı günde 300’ü bulmaktaymış Düştüğü yerde oyuklar meydana getiren havan topları çiçek şeklinde görülmekte. Savaş sonunda, şehrin yaşadığı bu acıların unutulmaması için havan topunun yarattığı oyuklar bazı yerlerde kırmızı reçine ile doldurulmuş. Saraybosna güllerinin yaşanan kuşatmanın ve acı sonuçlarının sembolü olarak korunması gerektiği düşünülüyor.

Belediye Binası – Vijesnica Kütüphanesi

Saraybosna’da üç büyük caddesin kesiştiği yerde, mimarisi ile dikkatiniz çekecek bir bina Belediye Sarayı. Avusturya Macaristan İmparatorluğu döneminde 1894 yılında yapılan, Mağribi etkisi görülen bina şehir mahkemesi, meclis evi ve idari amaçlarla kullanılmış. 1949 yılında Milli Kütüphane olarak açılmış. Şu anda da çeşitli etkinliklerde kullanılmaktadır.

İnat Evi

Belediye binasının hemen karşısında nehrin diğer yanında üzerinde ‘Inat Kuca’ yazan iki katlı bir binanın ilginç bir öyküsü bulunmakta. Avusturya Macaristan İmparatorluğu döneminde şehirde önemli imar faaliyetleri planlamaya başlanır. Bu arada şimdiki Belediye Binasının yerinde bir ev bulunmaktadır. Bu binanın yerine yeni bina yapılması için evin sahibinin evinden çıkması istenir. Ev sahibi birebir aynısı yapılırsa evini bırakabileceğini söyleyerek evden çıkmaya direnir. Bu durumda evin yapı malzemeleri tek tek taşınarak nehre karşı aynı ev yapılır. Bugün binada bir restoran faaliyet göstermekte ve binanın üzerinde de ‘İnat Evi’ yazmaktadır. Bizim bu restoranda oturacak zamanımız olmadı.

Yahudi Müzesi

Osmanlı döneminde Saraybosna’ya yerleşen yahudilerin yaptırdığı ilk tarihi sinagog 1581 yılında yapılmış. İkinci Dünya Savaşı’nda katledileğ 12.000 Yahudinin isimleri, kişisel eşyaları ve fotoğrafları Sinagogta yer alan müzede sergilenmekte. Biz binayı dıştan görebildik, açık olmadığı için gezemedik.

1992-1995 İnsanlığa Karşı Suçlar ve Soykırım Müzesi

Saraybosna’da ziyaret edilmesi gereken müzelerden. Yaşanan savaşın etkilerini ve dramını yaşatan müzenin benzerini Mostar’da gezdiğimiz için biz bu müze yerine Galerija 11/07/95 Fotoğraf Sergisini gezmeye zaman ayırdık.

Svrzo Evi

Osmanlı dönemi konaklarına örnek olan ve yapıldığı dönem itibari ile hem Osmanlı hem de batı tarzı yaşamı bir arada gösteren ev örneği olarak gezilmesi önerilen Svrzo Evi bugün müze olarak hizmet veriyor. Biz de evi bulmak için tüm bölgeyi dolaşmamıza rağmen sanırım açık olmadığı için bulamadık bu evi.

Umut Tüneli

Saraybosna sokakların tarihten bugüne yolculuğumuz bir yanda hayranlık, diğer yanda savaşın izleri ile hüzünlü oldu. Ancak gezimizde zamanımız yetmediği için şehrin en hüzünlü yerine gidemedik. Bu en hüzünlü yer şu anda turlarla turistlere gezdirilmekte. Şehrin dışında yer alan tünelin öyküsü hem acıklı, hem bir kahramanlık öyküsü barındırıyor. Sırp kuvvetlerin işgali altındaki şehirde dış dünya ile ilişki kuramayan Bosna halkı havalimanından şehre bir tünel kazarak hem kaçış hem de malzeme ulaşımını sağlamışlardır. Bugün bu tünel müze olarak ziyarete açıktır. Müze 5 Euro ücret ile gezilebilmekte.

Yeme İçme

Yazılarımızda doğal olarak ülke mutfaklarından söz ediyoruz. Çünkü her yeni ülke farklı lezzetler sunan mutfaklarını açıyor bize.  Saraybosna’da mutfak lezzetleri hem bizden sunumlarda hem de Doğu ve Orta Avrupa mutfağından. Yani ne tatsanız size lezzetli gelecek demektir.

Balkanlar mutfağı hem bizden, hem daha renkli lezzetli sanki. Balkanlarda Osmanlı etkisi uzun süren ülkelerde olmazsa olmaz doğal olarak; cevabi ve börek. Cevabi bizim bildiğimiz köftenin yerel tatlarla doyulmaz bir lezzete ulaşmış hali diyebiliriz. Diğer lezzet börek tabi ki. Bizde de yöresel farklı börekler yapıldığı gibi Balkanların böreği de her ülkede illaki tadılacak. Bu arada Saraybosna’nın böreğinin ününün bizde de Boşnak böreği olarak bilindiğine göre bu topraklarda tatmadan olmaz. Yine bizim mutfak benzeri dolmalar, güveç yemekleri, mantı Osmanlı mutfağından tadabileceğimiz yemekler. Biz de kaldığımız üç gecede Başçarsı civarında belirli lokantalarda yemeğe çalıştık. Avrupa mutfağı denemedik. Yine kahveler bizim bildiğimiz kahve lokumla ve su ile servis yapılıyor. İçeceklere gelince Balkanların geleneksel içkisi rajika, bizim rakıdan biraz farklı. Ayrıca yerel biraları da tadılabilir.

Biz yemek ve kahvelerimizi doğu yakasında tatmayı tercih etsek de bir akşam üzeri Ferhadiye Caddesi üzerinde canlı, renkli, kalabalık, modern kafelerinde de zaman geçirmeyi tercih ettik.

Alışveriş

Şüphesiz Saraybosna’da alışveriş merkezleri bulunmakta. Ancak bir gezgin olarak AVM’lerde geçirecek zamanımız olmadı. Alışveriş keyfini bu şehirde zaten Başçarsı’da sevimli, zengin çeşitlere sahip dükkanların içinde geçirdiğimiz için yerel ürünlerden anı ve hediyelik eşyalar aldık. Yerel ürünler de bakırcılar çarşısından bakır süs eşyaları, kahve fincan takımları, lokum, kahve olabilir.

Son Söz

Biz Osmanlı izlerini takip ederek şehrin doğusunda tarihi eserleri gezip, kahvehanelerinde kahvelerimizi içip, geleneksel Boşnak yemekleri yapan restoranlarında yemekleri tattık. Şehrin batı modern yüzünde kafelerinde oturduk, sokak aralarını dolaştık. Daha sonra Osmanlı mahallelerini daha yakından görmek için sebilin karşısındaki tepeciğe doğru ilerledik . Diğer bir amaç da Svrzo Evi’ni gezmek idi. Ancak epey yol kat etmemize rağmen evi bulamadık. Yine de Osmanlı mahallesi sokak aralarında dolaşmak keyifli idi.

Bu bölgeden tekrar sebile doğru yürürken sebilin yanından geçen caddeden sevimli tramvaya bindik. Amacımız şehrin merkezi ve turistik bölgesinin dışını görmek idi. Savaşın etkilerini bize bu tramvay yolculuğu çok açık gösterdi. Başçarşı ve Ferhadiye Caddesi civarındaki tarihi yapılardaki savaşın yaraları gerek Türkiye’den aktarılan gerek başka fonlarla 18 yılda sarılmaya çalışılmış. Turizm gelirlerini arttırmak amaçlanmış. Ancak gerçekten halkın yerleşim yerleri olan birçok binanın dış yüzlerinde savaşın izleri durmakta, binalarda kurşun ve roket izleri kapatılamamış olsa da yaşam devam etmekte bu binalarda.

Savaşın gerek insanların yüzünde de, binaların üzerinde de kalan etkilerini görmek gerçekten etkiliyor insanı. Bu duyguların benzerini Mostar şehrinde de yaşamıştık. Saraybosna ve Mostar tarihi dokusu, kültürü, doğası, halkı ile  Balkan gezimizde çok özel şehirler olarak zihnimize yerleşti. Bu özelliklerine rağmen savaşın acılarının külleri henüz sönmemiş gibi geliyor insana.

Visits: 4

Hakkari Gezi Rehberi: Hakkari Kaç Mevsim!

“…insan, memleketini niye sever? Başka çaresi yoktur da ondan ama biz biliyoruz ki, bir yerde mutlu mesut olmanın ilk şartı, orayı sevmektir.

Burayı

Seversen, burası dünyanın en güzel yeridir. Dünyanın en güzel yerini sevmezsen, orası dünyanın en güzel yeri değildir.” böyle başlıyordu Hakkari’nin 1974 yıllarını anlatan ‘Vizontele’ filminde.

Bu yazımız, bir seyyahın gözünden, Hakkari’nin farklı coğrafyasını, tarihini, kültürünü merak edip yolu buraya düşecek gezginlere bir yol rehberi olmasını amaçlamaktadır. Son yıllarda gezi turlarında adını duyurmaya başlayan Hakkari Kürt kültürünün en yoğun yaşandığı coğrafyalardan biridir. Hakkari en uzak coğrafya olarak ifade edilir. Uzaklık görecelik kavram, neye göre kime göre! Evet ‘Batı’ için uzak bir kent olmuştur. Türkiye’nin en büyük metropol şehirlerine, başkente… bütün bunlara rağmen keşfedilmeyi bekleyen bir bakir coğrafya. Türkiye’nin en dağlık alana sahip bir şehirdir Hakkari. Ayrıca İran ve Irak’a sınır komşusu ve buna bağlı olarak da orada yaşayan akrabalarının bir kısmı bu iki ülke sınır köylerinde yaşıyorlar.

Peki Hakkari Nerede ve Nasıl Bir Coğrafya?

Doğuda Yüksekova ilçesinde yer alan Esendere sınır kapısı ile İran’a, güneyde ise Üzümlü yarı resmi kapısı ile yer Irak’a açılmaktadır. Yakın zamanda Şemdinli’ye bağlı Derecik kapısı da resmi olarak faaliyete girdi.

Hakkari’nin kuzeyinde Van’a bağlı Başkale ve Gürpınar ilçeleri, batısında ise Şırnak ilinin Beytüşşebap ilçesi yer almaktadır. Daha net bir ifadeyle Türkiye’nin güneydoğu ucunu oluşturmaktadır.  Hakkari’nin üç ilçesi vardır. Bunlar; Yüksekova (bugünlerde il olma durumu konuşuluyor!), Şemdinli ve Çukurca. Bunun dışında daha ayrıntı vermek gerekirse 4 beldesi, 136 köyü ve 377 mezrası vardır. Denizden yüksekliği 1720 metredir.

Dağların Ülkesi Hakkari’ye Nasıl Ulaşırız?

Hakkari’ye en yakın ulaşım Yüksekova’da 2015’te hizmete açılan Selahaddin Eyyubi Havalimanıdır, bunun yanında dileyenler Van Havalimanı’nı da tercih edebilirler.

Karayoluyla Yüksekova’dan Hakkari’ye sabah saat 07:00’den akşam 18:00’ a kadar minibüsler ile ulaşım sağlanmaktadır. Hakkari-Yüksekova arası 78 km olup, yol yaklaşık 50 dakika sürmektedir.

Van Havalimanı’ndan gelecekseniz; Van-Hakkari arasında seyahat eden firmaların minibüsleri sabah 07:00’den başlayıp her saat başı araçlar hizmet vermekte ve unutmayın akşam 18:00’de son araç kalkmaktadır.

Şehirlerarası otobüs tercih edecekseniz tek bir firma Hakkari merkeze seferlerini başlatmıştır. Bunun dışında Van üzerinden aktarmalı ulaşabilirsiniz. Van-Hakkari arası 210 km yol yaklaşık 3 saat sürmektedir. Şırnak üzerinden gelmek isterseniz sabah 07:00 ve öğlen 13:00 arasında minibüsler hizmet vermektedir. Hakkari-Şırnak arası 190 km olmakla birlikte zorlu geçitlerden dolayı 4-5 saat bir yolculuk sürmektedir.

Özel aracınızla gelmek isterseniz, Muş-Tatvan veya Bitlis-Tatvan istikameti kullanılırsa, Tatvan-Gevaş güzergahı takip edilerek ulaşılır. Bu güzergahta Gürpınar ilçesi geçildikten sonra Van-Hakkari yolunun 60.km’sinde bulunan Hoşap beldesinden sonra halk arasında 32 viraj diye tabir edilen 2.744 rakımlı sarp bir Güzeldere geçidini geçmeniz gerekecektir. Burada devam eden tünel çalışmasının sona yaklaşıldığı haberleri yapılmıştı!

Gelenlerin Çok Kalmadığı Bir Kent!

Tuğba: “Yazarım sana...”

Deli Emin: “Yazma, o zaman bekliyor insan. E buraya çok az insan geliyor, çok insan gidiyor. Kalan da bekliyor ama bazen çok uzun bekliyor. Yani hani mesela zannediyorsun ki bir yoldan birisi gelecek; boş uzun bir yol… Devamlı ona bakıyorsun. Sonra kimse gelmiyor. Yazma boş ver!”

Yılmaz Erdoğan’ın yönetmenliğini yaptığı ‘Vizontele-2’ filminde, hikaye böyle hüzünlü bir replikle devam ediyordu. Ama Hakkari’de günü karşılamak özellikle Sümbül Dağı’na karşı içinizde nedensiz bir enerji yükseldiğini fark edeceksiniz.

Hakkari’de Nerede Konaklarım?

Bu sorunun cevabı, hangi evin kapısını çalarsanız sizi konuk edecektir, evet yanlış duymadınız! Anadolu’nun kendi öz değerlerini taşıyan bir kenttesiniz. Turizm kenti olma yolundaki Hakkari’de konaklamak için alternatiflerimiz; Yüksekova’da 5,4,3 yıldızlı otel seçenekleri, Hakkari’de 3 yıldızlı otel seçeneği yanında öğretmenevi de hizmet vermektedir. Şemdinli ilçesinde bir otel ve öğretmenevi, Çukurca ilçesinde de bir otel ve öğretmenevi mevcuttur.

Eko Turizmi Yapacağınız Ender Yerlerden Biri!

Dağların ülkesi Hakkari Türkiye’nin en yüksek on zirvesinden altısına sahiptir. Cilo Reşko Dağı 4.156 metre, Bobek 4.080 metre yüksekliğindedir. Sümbül-Çarçelan, Cilo-Buzul, Sat-Geverok Dağları…  Hakkari coğrafyasında kaya tırmanışı, buzul tırmanışları, Zap Nehri’nde rafting ve kano, birçok dağ bisikleti rotaları olan, yamaç paraşütünün yapıldığı, 6 ay boyunca karla kaplı kayak merkezi, mağara sporları, oryantring, kampçılık, tırmanışlar, doğa yürüyüşleri gibi çeşitli aktiviteleri yapma fırsatı sunuyor. Daha ne olsun!

Hakkari Kültür Turizminde Nelerle Karşılaşırsınız?

Kente ilk geldiğinizde sizi güler yüzlü mizaçlı Hakkari (Colemerig) halkı karşılayacaktır. Kültürel değerlerini -insana verdikleri değerleri- koruyan nadir bir kenttir Hakkari. Geçmişi çok eski çağlara dayanır. Sırtını Zagros Dağı’na vermiş Hakkari’de avcı toplayıcı dönemden Neolitik döneme kadar yaşam izlerinin olduğu tespit edilmiştir. Özellikle tespit edilen mağara ya da yüksek yaylalarda o döneme ait yabani geyiklerinin çizimlerine rastlanmıştır. Bu mağara ve yaylalar araştırma açısından bakir alanlar, Urartuların da hakim olduğu coğrafyalardandır.

Birçok medeniyete ev sahipliği yapmış özellikle Hakkari yönetiminde söz sahibi olan Mir ailesi günümüzde onların eseri olan Bay Kalesi, Kasrı Hevgan Kalesi, Mir Kalesi, Meydan Medresesi görülmeye değerdir. Halk kendine has eski düğün geleneklerini sürdürür. İmece usulü bağ ve bostanlarda çalışan halk ile çeltik tarlalarında stranların, klamların (Kürtçe’de şarkı türleri) birlikte icra ettikleri müzikleriyle karşılaşmanız ihtimal dahilindedir.

Bu zengin coğrafyada rehberiniz eşliğinde detaylı gezebileceğinizi belirtip, bunların dışında var olan kültür değerlerini sıralarsak;

-Koçanıs Kilisesi (Nesturilerin patriklik merkezi)

-Mar Abdişo Manastırı

-Mar Şalita Manastırı

-Urartu Mezarlığı

-Kızıl Kümbet Mezarlığı

-Kelat Sarayı

-Kayme Sarayı

-Taş Köprüler

-Sidan Vadisi ve su bendi

-Kaval Şelalesi

-Helil Kilisesi

-Azizan Kilisesi

-Şemdinli Kara Kilisesi

-Orişe Kilisesi

-Çukurca Çeltik Mar Şalita Kilisesi… gibi tarihi yapılar sıralanabilir.

Hakkari’de en önemli nehirlerden biri Zap Suyu’dur. Devrimci Gençlik Köprüsü bu nehrin üstünde kurulmuştur ve hikayesini anlatmadan geçmek olmaz. İstanbul’da köprü yapılmasına karşı çıkan 68 kuşağının önde gelen gençleri, “boğaza değil, Zap’a köprü” sloganlarıyla örgütlenirler. Çünkü burayı geçmeye çalışan çoluk çocuk, havyan sürüleri ne yazık ki o dönemin şartlarında nehre kapılıp yaşamlarını yitirmişlerdir. Daha sonra bu kuşak gençleri tarafından yardım toplanır ve buraya bir köprü yaparlar. Yıllarca ‘Denizlerin Köprüsü’ olarak anılan köprü 1999 yılında havaya uçurulur. On bir yıl sonra tekrar köprü onarılır. Bununla ilgili Şemsi Belli’nin yazdığı bir şiiri Selda Bağcan’nın sesinden mutlaka dinleyin.

“gul, gurban olduğum Hökümet Baba!

Baa bir alfabe veremez miydin?

Gara dağlar kar altında galanda

Ben gülmezem

Dil bilmezem

Şavata’dan Hakkari’ye yol bilmezem

Gurban olam, çaresi ne, hooy babooov?

….

Dohdor ilaç, çarşı bazar tam takiro

Gurban olam bu ne işdir hooy baboov!

Parasizo,

Çaresizo

….

Böyle devam etmekte o dönem Hakkari’sini anlatan şiir.

Hakkari bölgesinde yaylacılık hayatın büyük bir kısmını teşkil eder. Özellikle baharın gelmesiyle hayvanların doğayla buluşması yaşanır. Haziran ile birlikte artık daha yüksek rakımlı yerlerde hayvanlarını beslemek isteyenler için geçici göçerlik başlar. Bu mevsimde artık yaylalarda kıl çadırlar kurulmaya başlanır. Sonbahar başlamasına yakın hayat burada devam eder. Yarı konar göçerlik bir yaşam. Yaz ayında bu yaylalarda festivaller de yapılır, festivale katılmak istiyorsanız bizi takip etmeyi unutmayın!

Bu coğrafya kendi doğal yaşamını kendisi şekillendirir. Özellikle doğadan topladıkları bitki kabukları, bitki kökleriyle ve koyun yünleriyle ürettikleri kilimler, dünyanın öbür ucuna satılmaktadır. Aslında gittikçe bu geleneğin bitmek üzere olduğunu da üzülerek söylemek zorundayız. Nedeni çok basit, sen almazsan, ben almazsam nasıl üretecek bu eller!

Bunun yanında başka bir yerde göremeyeceğiniz yerel kıyafetli insanlar!  Bu kıyafetlerin de buraya has tarzı var. Bu geleneği sürdüren azalsa da Hakkari merkezde gezdiğinizde rahatlıkla yerel kıyafetli bölge halkına rastlayacaksınız. Kadınlarda; Kıras, Fistan, Dersuk, Desmal, Leçek, Erkeklerde; Şel, Şepik, Yelek, Şutik, Cemadani, Berguz gibi yerel Kürt kıyafetleri giysileri vardır.  

Hakkari bölgesinin kendine özgü bir yemek kültürü var. Geldiğinizde mutlaka denemeniz gereken yemekleri sıralamam gerekirse; Devin/Çorba, Kıris, Doleme, Kotildevk, Keledoş, Tırşik, Doğaba… gibi yöreye özgü tatları denemenizi öneririm.

Hakkari’yi anlatmak için sayfalarca yazsak yetmez, Ters Laleli florasıyla, ters giden halayıyla, ‘bırakmak’ fiilinin her eylemde kullanıldığı bambaşka bir kültürdür Hakkari.  Hakkari’yi gelip hissetmeniz, kente dokunmanız lazım. Burada anlatamadığımız bu kültürün detaylarını merak ediyorsanız biz sizi orada bekliyor olacağız. Son olarak Ferit Edgü romanından bir alıntı ile..

(…)

Odaya doğru ilerlediğimde, ardımdan, Pir. Köyünün yeni öğretmenisiniz, değil mi? diye sordu.

Tanrım! herkes tanıyor beni bu kentte.

Ya da herkes herkesi tanıyor.

Ben hariç.

(…)

Hakkari Her Mevsim Sizi Bekliyor!

Visits: 0

Selanik Gezi Rehberi: Ata Memleketinden Günümüze

Selanik Yunanistan’ın Atina’dan sonra ikinci büyük, ticari olarak önemli ve turistik olarak da popüler şehirleri arasında. Selanik kuruluşundan bu yana farklı uygarlıklara, farklı milletlere, farklı dinlere yerleşim yeri olmuş. Şehir coğrafi konumu, ticaret yolları üzerindeki yeri, ticari limanı, ılıman iklimi ile her dönem diğer uygarlıkların topraklarına göz koyduğu bir şehir olduğundan, tarih boyunca çok sayıda işgale uğramış.

Ege Denizi kıyısında, karşı yakamızda yer alan Selanik, öncelikle Atamızın doğduğu, belirli dönem yaşadığı, ayak izlerini bıraktığı şehir. Ayrıca 500 yıl Osmanlının hüküm sürdüğü ve Balkan coğrafyasında en önem verdiği şehir. Osmanlı döneminde şehre Türkler yerleştirildiği gibi, 15.yy’da İspanya’dan sürülen Seferad nüfus İstanbul ve İzmir’in yanında Selanik’e yerleştirilmiş.

Selanik ruhu, havası ile bir yanda 20.yy’da yaratılmış modern bir şehir, diğer yanda Roma, Bizans, Osmanlı izleri ile tarihi bir şehir. 

Tarihi bağlarımızın kuvvetli  olduğu, ulaşımı kolay ve yakın Selanik, bunca yıl öncelikle görülecek şehirlerin arasına girememiş. Nihayet araba ile çıktığımız Balkan gezimizde Selanik ilk uğrak yerimiz oldu.

Öncelikle niçin Selanik’i gezilecek yerler listemize alalım, şehirde neler bulabileceğimize bakalım, sonra detaylı dolaşalım Selanik’i.

Niçin Selanik

  • İstanbul’dan karayolu ile Anadolu’daki birçok kentten daha yakın, havayolu ile ulaşım da kolay,
  • Atatürk’ün doğum yeri, Atatürk’ün doğduğu ev müze ev olarak ziyarete açık,
  • Tarihi şehirde Osmanlı izlerinin yanı sıra, Roma, Bizans kalıntıları arasında bir Avrupa şehrinde dolaşılıyor,
  • Ilıman iklimi, sıcakkanlı insanları, mimari  yapısı, kordonu ile İzmir’in kız kardeşi  havasında,
  • Deniz kenarında, ünlü meydanlarında bolca deniz ürünleri ve mezeler tadabileceğiniz şehir, restoranları, kafeleri ile her daim canlı, cıvıl cıvıl,
  • Selanik’te tarih, kültür ve deniz tatili bir arada yapılabilir. Ayrıca birçok Avrupa ülkesine göre daha ekonomik bir tatil olacağını söyleyebiliriz,

Ulaşım

Selanik’e ulaşım her türden kolay. İstanbul’dan THY’nın her gün düzenli uçuşu bulunmakta. Yine Aegean Airline’ın İstanbul ve İzmir’den direk uçuşları var. Atina üzerinden de uçakla veya karayolu ile kolaylıkla Selanik’e ulaşılabilir. Selanik Uluslararası Havaalanı şehrin Aristotelous Meydanı’na sadece 16 km uzaklıkta ve havaalanından meydana otobüs seferleri bulunmakta.

Özel araba ile İstanbul’dan 600 km uzaklıkta, yolculuk sınır kapısı geçişleri ile 6,5-7 saat sürmekte. Yine İzmir ve İstanbul’dan Selanik’e otobüs seferleri diğer bir ulaşım alternatifi.

Deniz yolu ile 2022 yılında İzmir Selanik arasında karşılıklı feribot seferleri başladı. Yeterli talep ile seferlerin süreklilik kazanmasını dileriz. Kısaca Selanik, hava, kara ve denizyolu ile kolay ulaşabileceğimiz bir şehir.

Selanik şehir içinde de Ano Poli (Eski Şehir) dışındaki birçok bölge rahatlıkla yürüyerek dolaşılabilir.

Kısa Tarihi

Türkçe Selanik olarak adlandırdığımız şehrin tarihi ve günümüzde kullanılan adı Thessaloniki. Makedonya Kralı Cassender M.Ö 315 yılında kurar ve eşi Büyük İskender’in kız kardeşi Thessalonike’nin adını verir şehre. Kuruluşundan itibaren Thessalonike Makedonya’nın önemli bir liman kenti olur.

Romalılar 168 yılında işgal ettiklerinde şehre özerklik tanırlar. Şehir MS 1.yy’da Hristiyanlık için de önemli bir rol üstlenir. M.S 1185 yılında Normanlar tarafından yağmalanır, 1204 yılında Franklar hakim olur ve Latin Krallığı’nın başkenti olarak ilan edilir. 1246 yılı sonrası şehir Bizans hakimiyetine girer.

1430 yılında Osmanlı Padişahı II.Murat  döneminde  Osmanlı İmparatorluğunun topraklarına katılan Selanik, 500 yıl Osmanlı hakimiyetinde önemli bir ticaret merkezi olur. 1912 yılı Balkan Savaşları sonunda  Osmanlıdan ayrılır. Osmanlı döneminde şehirde Rumlar, Türkler ve Yahudiler birlikte yaşarlar. 1912 yılında en kalabalık grup Yahudi nüfusudur. 1922 yılında mübadele sonunda Türkler ve Yahudilerin bir bölümü Türkiye’ye göç ederler. Şehirde kalan Yahudiler ise daha acı bir son beklemektedir. İkinci Dünya Savaşı’nda Alman işgalinde şehirdeki 46.000 Yahudi katledilir.  20 yy’a kadar çok kültürlü, çok dinli şehir, zaman içinde bu özelliğini kaybederek tek renge dönüşür.

1917 yılında çıkan yangında şehrin büyük bir kısmı yanar. Yangından sonra Selanik önemli mimari yapılanmaya girişir.

Beyaz Kule

Hani bazı şehirlerin simgesi her şehir fotosunda yer alır, turistler öncelikle orayı görmeye giderler ya, Selanik için Beyaz Kule işte o sembolik yapı.  Kulenin 12.yy’da yapılan Bizans savunma kulesinin yerine,  1535 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın emri ile yaptırıldığı, kesin olmamakla beraber mimarının Mimar Sinan olduğu söyleniyor. Kule gözetleme kulesi, garnizon ve hapishane olarak kullanılmış Osmanlı döneminde. II. Mahmut döneminde kuledeki tutukluların kılıçtan geçirilmesi sonrası Kanlı Kule olarak adlandırılmış. Kule 1912 yılında Balkan Savaşları sonrası şehir Yunanistan’a verilince özgürlük sembolü olarak beyaza boyanmış.  Kule altı katlı, 30 metre yüksekliğinde 70 metre çapında, günümüzde şehrin tarihini anlatan müze şeklinde düzenlenmiş. Asansör ile en tepesine de çıkılabiliyor, bu yükseklikten Selanik panoraması izlemek keyifli olsa gerek. Biz kule gezmeyi bir sonraki gelişimize bıraktık. Kule Pazartesi günleri dışında her gün 8.30-15.00 saatleri arasında gezilebiliyor.

Atatürk Evi

Selanik şüphesiz bizim için ayrı öneme sahip. Atamızın doğduğu evi ziyaret, gezimizin en heyecanlı bölümünü oluşturuyor. 

Şanslıyız ki Yunanistan Atamızın evini koruyup, ziyaret imkanını da sağlamış. Selanik Belediyesi özel mülk olan evi 1937 yılında satın alarak Atatürk’e hediye etmiş. Selanik Konsolosluğumuzun gözetiminde müze olarak 10 Kasım 1953 yılında hizmete açılmış. Sergilenecek eserler Topkapı Sarayı ve Dolmabahçe Sarayı’ndan özenle seçilmiş.

Selanik’e adım atan her Türk gibi bizim de ilk ziyaret ettiğimiz yer Atamızın doğduğu ev oldu. Atamızın sadece doğduğu ev olmasının ötesinde, 1907 yılında Selanik’te görev yapan Atamız bir süre ailesi ile bu evde yaşamış, toplantılar yapmış. Üç katlı, bakımlı evin bahçesinde bizi Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’nin diktiği nar ağacı karşıladı. Evin ikinci katında Atatürk’ün balmumu heykeli, annesi Zübeyde Hanım’ın bir heykeli ve Atatürk’ün bir masa başında canlandırması vardı. Sınırlı sayıda Atatürk’ün eşyaları ve duvarlarda okul karneleri ve duvarlarda Atatürk’ün hayatını anlatan yazılar vardı.

Bu evi görmekten çok mutlu olduk ancak içimizde biraz boşluk hissetmedik diyemeyeceğim. Sanki beklentimiz Atamızdan daha çok eşya bulunan, daha sıcak bir ev görmek idi. Evin son yıllarda elden geçtiğini, öncesinde daha çok eşya bulunduğu ancak eşyaların azaltılmış olduğunu duymuştum. Acaba eski hali nasıldı diye merak etmekten alamadım kendimi. Tabii ev el değiştirdiği için orijinal eşyalar olmayabilir ancak Atatürk’ü dünya üzerinde bilmeyen yok, acaba doğduğu ev sadece Selanik şehrini ve hayatını anlatan yazılardan daha farklı şekilde  düzenlenebilir miydi?

Bu arada Kırklareli Belediye Başkanı Mehmet Kesimoğlu’nun öncülüğünde Atatürk’ün doğduğu evin mimari olarak birebir aynısı 2018 yılında Kırklareli’de açılmıştır. Üç yıl önce orayı gezdiğimde Atatürk’ten kalan çok daha fazla objenin evde yer aldığını görmüş acaba Selanik’teki evi nasıl diye merak etmiştim. Selanik’teki Atatürk evini gören, görmeyenlere Kırklareli’deki evi ziyaret etmelerini öneririm. 

Selanik’teki evin internette restorasyonu yapan firma tarafından yapılan açıklama ekli bağlantıda görülmektedir.

Müze-ev, 2010-2013 arasında yeniden restore edildi. Bu restorasyon sırasında Atatürk’ün kişisel eşyaları ve mobilyaları ile Atatürk büstü ve anı defteri kaldırılıp Türkiye’deki başka müzelere gönderilmiştir.[5]

Kişisel eşyalarının, büstünün, anı defterinin kaldırılmasına bir açıklama bulamıyorum. En iyisi gidin, görün ve yorumunuzu yapın…

Aristotelous Meydanı

Aristotelous Meydanı şehrin tam merkezinde ve en önemli meydanı. Meydanın düzenlemesi 1917 yılında şehrin büyük yangın ile çok hasar görmesi sonrası başlar. Yunan hükümetince yakın tarihte topraklarına katılan Selanik’te Osmanlı döneminde şehirde planlı, düzenli bir yapılaşma olmadığı düşünülmekteydi. Yangın sonrası yeniden yapılan Selanik’te diğer Avrupa ülkeleri gibi büyük meydanlar ve anıtsal yapılar yapılması planlandı. Meydanın düzenlenmesi de Fransız mimar  Ernest Hebrard’a bırakıldı. Mimar Bizans ve modern Avrupa mimarisini harmanlayarak düzenledi şehir merkezini.

Meydana adını veren ünlü Yunan düşünürü Aristo’nun heykeli meydanda yer almakta, ayrıca bir köşesinde yer alan tarihi Electra Oteli binası da dikkat çekici.  Bu ünlü meydan festivaller, kutlamalar ve siyasi toplantıların da düzenlendiği, en önemli meydanı olarak görülmekte.

İskender Heykeli

Selanik

Beyaz Kule’den sonra sahil boyunda ilerken deniz kenarında şahlanan bir atın üzerinde Makedon Kral İskender’in heykelini göreceksiniz. 1973 yılında yapılan heykel, 6 metre yüksekliği ile ülkedeki en büyük heykel.

Galerius Kemeri

Galerius Kemeri M.S 4. yüzyılda Roma İmparatoru Galerius adına yaptırılmış. Antik dönemde şehrin ana giriş kapısı olarak tasarlanmış, kemerden kalanlar bugün şehrin hareketli Kamara Meydanı’nda yer alıyor. Bir cephesinde İmparator Galerius’un Pers, Mezopotamya ve Ermeni seferlerini canlandıran kabartmalar bulunmakta. 

Rotunda

Selanik

Roma İmparatoru Galerius adına 306 yılında yapımına başlanmış. Başlangıçta amaç Galerius’ün mozolesi olması imiş. Daha sonra İmparator Konstantin kiliseye çevrilmesini istemiş. Roma’daki Panteon gibi dairesel bir yapı olarak inşa edilmiş. Osmanlı döneminde camiye çevrilen yapının yanına minare eklenmiş. Rotunda’nın yanında minare ayakta durmaktadır. Selanik 1912 yılında Yunanistan topraklarına katıldıktan sonra Rotunda tekrar kiliseye çevrilmiştir. 1917 yılından sonra da müze, galeri olarak halka açılmış.

Antik Agora

Şehrin merkezinde  tarihi MÖ 1. yy Roma dönemine uzanan antik agora  kalıntıları görünmektedir. Geniş bir alanı kaplayan agorada Roma hamamı ve küçük bir tiyatro kalıntıları bulunmakta.

Galerius Sarayı

Deniz kenarında Rotunda’ya doğru ilerken Navarinou Meydanı’nda yüksek modern binaların arasında geniş bir kazı alanında Roma İmparatoru Galerius Maximianus’un, Thessoloniki’de kaldığı zamanlarda yaşadığı sarayının kalıntıları görünmekte.

Ano Poli – Eski Şehir

Selanik’in yukarı şehri, tarihi şehri Ano Poli Selanik’in farklı bölgesi. Mutlaka gezilmeli. Bu bölgede yerleşim 4. ve 5. yüzyıla kadar uzanıyor. Ano Poli’nin kuzeydoğusu Türk bölgesi olarak biliniyor. 1922 yılı sonrası bölgeye mübadele ile Türkiye’den göçen Yunan vatandaşları da yerleştirilmiş.

Bu bölgede en üst noktada Heptapyrgion Kalesi öncelikle Bizans döneminde yapılmış. Osmanlı döneminde yenilenen kuleler, 19. yy’da hapishane olarak kullanılmış. Buradaki yapılar 1989 yılına kadar hapishane olarak kullanılmış.

Şehrin en yüksek noktasında Selanik’in muhteşem manzarası seyredilebilir.

Biz bir akşam yemeğimizi de şehrin bu en yüksek bölgesinde, müzikli, çok hoş bir tavernada yedik. Daha önce giden arkadaşlarımızın önerisi ile bulduk bu tavernayı, ortam, müzik ve mezeler güzel, fiyatları da son derece makul idi.

Villa Allatini

  • Wikipedia

1800’li yılların sonlarına doğru Selanik Kalamaria bölgesinde İtalyan mimarlara büyük bahçeli, deniz manzaralı lüks villalar yaptırılır. Bunların içinde en büyüğü Villa Allatini, Charles Allatini isimli  İtalyan Yahudi bir iş adamına ait. Bu villanın bizim tarihimiz açısından önemi ise Sultan Abdülhamid Balkan Savaşları öncesi Selanik’e gönderildiğinde 3 yıl ailesi ile bu villada yaşamış olmasıdır. Abdülhamid’in bu dönemini Zülfi Livaneli en son yazdığı Kaplanın Sırtında kitabında anlatmaktadır.

Selanik Kiliseleri

Hristiyanlık tarihinde de önemli bir misyona sahip olan Selanik bir anlamda kiliseler şehri, yazımızda önemli birkaçından söz edelim.

Hagia Sophia Church

Hagia Sophia Church, Roma döneminde yapılan bir bazilikanın üzerine 7.yy’da yapılan ve Hristiyan dünyasının önemli eserleri arasında sayılan şehrin en eski kilisesi. 

1205 yılında Selanik’in katedrali olan kilise, Osmanlının şehri almasından sonra ismi korunarak Ayasofya Cami olarak değiştirildi. 1912 yılından sonra tekrar kiliseye çevrilen kutsal mekan bugün UNESCO Dünya Mirasları Listesi’nde yer almaktadır.

Panagia Chalkeon Kilisesi

Şehrin merkezindeki kilise 1028 yılında yapılmış iki katlı bir kilise. Dört sütunlu, iki kubbeli kilise kırmızı tuğlalı yapısı ile kırmızı kilise olarak adlandırılmış. Kilise Osmanlı döneminde Kazancılar Cami adı ile camiye çevrilmiştir.

Prophet Elijah Kilisesi

Selanik

Ano Poli bölgesinde ilk karşımıza çıkan kiliseden bahsetmeliyim. Unesco Dünya Mirasları Listesi’nde yer alan kilise 1360-1870 yıllarında yapılan geç dönem Bizans kilisesi. Şehre hakim konumu ile şehrin panoramik manzarasını sunmakta. Bölgede Aziz Catherina Kilisesi, Başmelekler Kilisesi, Kutsal Havariler Kilisesi ve Osios David Kilisesi gibi tarihi kiliseler bulunmaktadır.

Selanik’te Osmanlı Eserleri

Selanik 500 yıl kadar Osmanlı toprakları arasında olduğundan ve Balkanlarda stratejik olarak önemli görülen bir şehir olduğundan şüphesiz mimari eserler yapıldı. Bu eserlerden bazıları eski Bizans, Venedik eserlerinin yenilenmesi, bazıları ise eski kiliselerin camilere çevrilmesi şeklinde olmuş. Bunların yanı sıra Osmanlı tarzı bedestenler, hamamlar, imaretler, çeşmeler, kamu binaları ve Osmanlı köşkleri bulunmakta. Kiliselerden çevrilen camiler çoğunlukla tekrar kiliselere veya galerilere çevrilmiş. Bazı eserler de  büyük yangından etkilenmiş, bazıları da şehrin Avrupalılaştırılması sırasında ihmal edilmiş, bakımsız kalmıştır. Belki de Osmanlı izlerini takip etmek için daha detaylı bir tur yapmak uygun olabilir. Bu yazıda dışarıdan görebildiğimiz iki özel yapıdan söz edelim; Bey Hamamı ve Hamza Bey Cami.

Bey Hamamı

Bey Hamamı Yunanistan’da inşa edilen ilk hamam ve yine aynı bölgede günümüze kalan en büyük hamam. Hamam 1444 yılında II.Murat zamanında yapılmıştır. Kadın ve erkekler için ayrı bölümleri olan hamam 1960’lara kadar hamam olarak hizmet vermiştir.

Hamza Bey Cami

Osmanlının Selanik’i fethettikten sonra ilk cami 1467 yılında yaptırılmış. Cami 20.yy’da Alkazar sineması olarak kullanıldığından Alkazar olarak tanınmakta. Hamza Bey Cami halen restorasyonda.

Selanik Yeme-İçme

Selanik’te Yunanistan anakara ve adalarında lezzetleri tam bizim damağımıza uygun. Mezelerinden tatlılarına birçoğunda isimler bile aynı. Bu durumda Yunan mutfağı mutlaka denenecek ve lezzetleri karşılaştırılacak. Selanik de gurme şehirler arasında. Tercihiniz  bir tavernada öncelikle deniz ürünleri, mezeleri ve uzosunu müzik eşliğinde yemek şeklinde olabilir. Deniz ürünleri düşkünü değilseniz Yunan kebapları Souvtaki lezzetli et yemekleri arasında. 

Selanik’in yeme içme ve eğlence açısından en hareketli bölgesi Ladadika’da çok sayıda taverna, restoran ve kafe bulabilirsiniz.  Aristo Meydanı civarı ve eski şehir Ano Poli’de manzaralı restoranlar ve kafeler seçenekleriniz arasında. Biz bir gece Ano Poli’de bir taverna denedik, çok beğendik ancak Ladadika civarında başka özel restoranlar denemediğimiz için özel olarak restoran bar önermiyorum.  

Son Söz

Selanik’te gezilecek yerler şüphesiz bu yazıdaki yerlerle sınırlı değil. Biz iki gün ayırabildiğimiz Selanik gezimizde öncelikle görülecek yerleri belirleyip planlı bir şekilde mümkün olduğunca çok yer görmeye çalıştık. Selanik’te kültür turu yapacaklar, en az iki gün daha ayırıp müzeleri, sanat galerini de programlarına alabilirler. Biz iki gece daha kalıp, merkezdeki restoranlarda kafelerde daha çok zaman geçirmek isterdik. Ayrıca Selanik İzmir gibi deniz kenarında. Şehrin merkezinde denize girilmese de yarım saatlik bir yolculuklar plajlara ulaşılabilmekte. Sadece bir saat uzaklıkta Yunanistan’ın popüler tatil yeri Halkidiki’de Ege’nin berrak sularında serinleyip, gece hayatı eğlencesini yaşayabilirsiniz.

Visits: 4

Kaman Japon Bahçesi ve Kale Höyük Kazısı

Japonya’dan sonra en büyük Japon bahçesinin Kırşehir Kaman’da olduğunu öğrendiğimde; hem şaşırmış, hem de uçsuz bucaksız sakuraların, göz alabildiğince uzanan pembe beyaz çiçeklerinin olduğu, rüzgar çanlarının fısıltılarının duyulduğu bir bahçe gözümde canlanmıştı.

Ancak gezdiğim bahçe; bunlardan çok farklı, daha büyüleyici, göze ve ruha hitap eden neredeyse bir arınma, meditasyon alanı gibiydi. Ya da ben öyle hissettim.

Bu bahçe, Japonya Ortadoğu Kültür Merkezi tarafından 1993 yılında, Altes Prensi Takahito Mikasa’nın Kale höyük kazılarını başlatması anısına ve bölge halkına rekreasyon alanı yaratmak amacıyla yapılmış. Japon Bahçesi, Japonya sınırları dışında bulunan en büyük bahçe olarak biliniyor.

Mikasanomiya Anı Bahçesi; “Shakkei” tekniğinde (çevredeki doğal manzara ile bahçeyi birleştiren bir düzenleme tekniği” ve “Kaiyu” stilinde (bahçede değişik manzaraların dolaşarak gösterilmesi stili) düzenlenmiş.

Bahçede yer alan göletin etrafında oturabileceğiniz banklar var. Yeşilin değişik tonlarını, ağaçları, minik heykelleri ve gökyüzünün suya yansımasını izleyerek sanki başka bir boyuta geçtiğinizi hissediyorsunuz.

Japonya’dan getirilerek doğal dokuyu bozmadan ekilmiş ağaçlarda, değişik meyveler görmeniz mümkün.

Ufak derelerin yanından, bitki sarılmış çardakların altından, değişik ağaçların adlarını okuyarak sonsuz bir yeşilliğin içinde yürüyorsunuz.

Göletin kenarında ve ağaçların arasına minik heykeller, Japon kültürüne ait semboller  yerleştirilmiş.

Alışageldiğimiz bahçe veya parklara pek benzemeyen bu alanda, farklı bir kültürün bakış açısını, doğaya saygı ve uyumunu görünce, aslında bize uzak kültürlerden öğreneceğimiz çok şey olduğunu düşündüm. Sakuralar fazla yoktu ama büyülü bir yeşillik ve sizi huzura çağıran değişik bir atmosfer vardı.

Kale Höyük

Bilindiği üzere Höyükler; eski yerleşim yerlerinin zamanla, herhangi bir nedenle toprakla örtülüp tepe biçimine gelmiş halidir. Höyükler genelde üst üste gelmiş çok katmanlı yerleşim yeri birikimleridir ve günümüze göre en yakını en üstte olmak üzere eskiye doğru uzanan bir katmanlaşma gösterirler. 

Kale Höyük; MÖ 3000 yılından bu yana yaklaşık 5000 yıllık bir yerleşim geçmişine sahip olan   Kaman’da bulunmakta.

Tepe yaklaşık 280 metre çapında olup 16 metre yükseklikte imiş. Höyükteki kazılar 1986 yılından bu yana Sachihiro Omura başkanlığında, Japonya Ortadoğu Kültür Merkezi ve Japon Anadolu Arkeoloji Enstitüsü adına yapılmakta imiş. Kazılarda 4 uygarlık katı ve bu katlara ait evreler ve çok sayıda yapı katı ortaya çıkarılmış.

Yapılan kazılarda ele geçen eserlerden, Kaman ve yöresinin MÖ 3000 yılarına giden bir yerleşim yeri olduğu anlaşılmakta imiş. Bu durumda MÖ 3000 yıllarında Hititler buraya yerleşmişler.

Kaman, zaman dilimlerine göre uzun yıllar Hititler, Frigler, Asurlular, Persler, Roma ve Bizanslılar ile Mengücekoğulları, Eratna, Karaman ve Dulkadiroğulları Beyliklerinin hakimiyetleri altında kalmış.

Kale höyük kazılarından çıkarılan ve yukarıda sözü edilen uygarlıklara ilişkin kazı buluntular, Japon bahçesinin yanındaki bir müzede sergileniyor.

Müzenin giriş kapısının iki yanında, iki Hitit aslanları size “burası benim korumamda” dercesine duruyorlar.

Müzeye girdiğinizde, isterseniz rahat koltuklarda oturup Kale höyük kazısına, müzeye ve Japon bahçesine ilişkin kısa bir tanıtım filmi izlemeniz mümkün.

Müzede dört ayrı döneme ve dört katmana ve farklı uygarlıklara ilişkin, buluntular sergileniyor.

IV katman:   M.Ö. 2300- 1900 arasındaki Eski Tunç Çağı

III katman; M.Ö. 1900- 1500 arasındaki Orta Genç Tunç Çağı

II katman; M.Ö. 1200- M.S. 300 Demir Çağı

İskansız Dönem

I katman; M.S. 1400 Osmanlı Dönemi

Tarihin çok farklı dönemlerine ait höyükten çıkarılan zarif kalıntıları görüp müzeden çıkınca, Japon bahçesine gitmek ise sizi aynı zaman diliminin farklı bir kültürüne götürüyor. Ne dersiniz zaman ve mekan boyutu belki de zihnimizin bir oyunudur…

Visits: 6

Giethoorn Gezi Rehberi: Hollanda’da Bir Masal Diyarı

Giethoorn masallardan fırlamış sakin, huzurlu, yemyeşil bir köy. Birbirine 176 köprü ile bağlanmış adacıklar üzerinde, kanalların kenarlarına sıralanmış sazdan çatılı tipik Dutch çiftlik evleri ile süslenmiş bir köy.

Köyün evlerinin yapım tarihi 18. yy’a kadar uzanmakta, tarihi dokusu da tamamen korunmuş. Köyün sokaklarında motorlu taşıt göremiyoruz, evlerin önlerinden sadece yürüyüş ve bisiklet yolu geçmekte. Bu yolda yürürken sanki bir film setinde dolaşıyor duygusuna kapılıyor insan. Yemyeşil çimlerle kaplı bahçelerde, rengarenk çiçekler arasındaki biblo gibi evlerin kapılarını birazdan masal kahramanları aralayacak ve çimlerin üstlerinde dans etmeye başlayacaklar gibi geliyor.

Giethoorn’da yerleşim 13. yy’a uzanmakta.  Giethoorn kelimesi Hollandaca keçi boynuzu anlamına gelmekte. Köye ilk yerleşenler Güney Avrupa’dan vebadan ve dini baskılardan kaçan halk olmuş. Köye gelenler, 1170 yılında yaşanan su baskınında  boğulan vahşi keçilerin boynuzları ile karşılanmışlar. Köyün adı da ‘Goat Horn’ veya ‘Geytenhoren’ daha sonra da Giethoorn olarak kullanılmaya başlanmış. Köye ilk yerleşenler su altındaki fosilleşmiş bitkilerden oluşan kömürleri çıkartıp satarak para kazanmayı amaçlayan göçmen işçiler olmuş. Sonraki yıllarda su altından çıkartılan bu kömürleri daha kolay taşıyabilmek için kendileri uğraşarak daha çok kanallar açmışlar.

Uzun yıllar köy halkı bu güzel köyde sessiz, sakin, işinde gücünde mutlu mesut yaşarken Hollandalı yönetmen Bert Haanstra köyü film stüdyosu olarak kullanmış. Yönetmenin 1958 yılında çektiği Fanfare isimli komedi filmi ile köy tüm dünyada popüler olmuş.

Günümüzde kuzeyin Venediği olarak adlandırılan Giethoorn, Hollanda’nın en popüler 10 turistik yeri arasında sayılıyor. Asıl nüfusu 3000 kişiden az olan olan köy bu kadar popüler olunca doğal olarak bu romantik köyde sakin ve sessizlik içinde dolaşmayı hayal edemeyeceğiz. Kanallar botlarla, teknelerle dolu, yürüyüş yolunda fotoğraf çeken, hayranlıkla dolaşan çok sayıda turist göreceksiniz. Yılda 1 milyon kişi ziyaretçi ağırlıyor köy, bu arada en çok da Çinli turist.

Kanalda değişik türlerde botlarla hatta gondolla bile dolaşabileceğiniz gibi teknenizi kendiniz de kullanabilirsiniz. Ya da daha büyük bir teknede köyün öyküsünü dinleyerek, kahvenizi yudumlayabilirsiniz. En küçük ve ucuz kendinizin kullanabileceği bot tipi ‘fluisterboot’ 2-4 kişilik ve bir saati 15 Euro. Ancak kanal içinde birbirine çarpan, yanlış yöne giren botlarla karşılaşabileceğinizi hatırlatmalıyım. Biz daha büyük ve 20 kişiden daha çok kişi alan kaptanın aynı zamanda birkaç dilde rehberlik yaptığı, kahve ikramı da olan bir tekne tercih ettik. Bir saatlik tur için kişi başı 10 Euro ödedik. Köyün içinde motorlu araç sesi olmadığı gibi, teknelerde elektrikli ve sessiz tam köye yakışır şekilde. Tekne kiralama ile daha detaylı bilgiyi linkten edinebilirsiniz. https://www.boatrental-giethoorn.eu/

Ulaşım

Giethorn Hollanda’nın doğusunda Overijssel eyaletine bağlı, Amsterdam’a araba ile 1,5 saat uzaklıkta ve günübirlik gezilecek bir yer.

Giethoorn’a birden çok ulaşım seçeneği bulunmakta;

  • Biz Amsterdam’dan araba ile yolculuk yapmayı seçtik. Yolculuk manzaralı, düz bir yolda rahat ve keyifli idi. Giethoorn köyün içine motorlu araç girişi olmadığından, köyün girişindeki ücretsiz otoparka arabamızı park ettik.
  • Amsterdam’dan günübirlik tur da alabilirsiniz, bu turlar köye ulaşımın yanı sıra, kanalda tekne gezilerini de kapsıyor.
  • Hollanda’da en yaygın kullanılan ulaşım aracı tren ile ulaşmak mümkün köye. Amsterdam Central Station’dan kalkan tren ile ulaşılabilir. Ancak köyün içinde bir tren istasyonu bulunmuyor. En yakın istasyonlar Steenwijk ve Meppel istasyonları. İki istasyondan da taksi veya bisiklet kiralayarak köye ulaşabilirsiniz. Steenwijk köye 8 km ve yol düz ve rahat olduğu için bisiklet ile ulaşım kolay.
  • Steenwijk’ten Giethoorn’a 70 numaralı ve 270 numaralı iki otobüs ile ulaşabilirsiniz. Ancak sadece Steenwijk İstasyonu’ndan otobüse binebilirsiniz. Mepper İstasyonu’nda taksi veya bisiklet ile ulaşım seçenekleri bulunuyor.

Konaklama

Giethoorn bir günde rahatlıkla gezilebilecek bir köy. Ancak bu güzel köyde konaklamak isterseniz yine bu köy evlerinde, kanal kenarında oteller, apartlarda kalabilirsiniz. Gün içinde çok fazla turistin olduğu köy akşam üzeri turistler ayrılınca çok huzurlu bir sessizliğe kavuşuyor. Biz köyde daha çok zaman geçirmek için akşam yemeğimizi de orada yemek istedik. Daha hava kararmadan köyün boşaldığını gördük. Böyle sessiz, sakin bir ortamda gecelemek iyi bir tercih olabilir.

Gezelim Görelim

Biz köye ulaşınca arabamızı park yerine bıraktık. Hemen kanal kenarına çıkıp önce kanal turu satın aldık. Köyün sokakları kanallar olduğuna göre kanallar arasından geçerek göle kadar ulaştık.

Köye bir şekilde ulaştıktan sonra sokaklarda dolaşmanın ilk yolu bir kanal turu almak. 1-1,5 saat boyunca fotoğraflık evler, ahşap köprüler arasında keyif ile dolaştıktan sonra başladığımız noktada tekneden iniyoruz. Sıra kanal kenarında yürüyüş yolundan dolaşarak ortamın keyfini daha yakından yaşamaya geliyor. Birbirinden güzel evler, çiçekler, köprüler arasında  bol bol bol fotoğraf çekiyoruz.

Daha yürüyüşün başında ‘Museum Giethoorn Olde Maat Uus’ karşımıza çıkıyor.  1800’lü yıllardan kalan orijinal bir Giethoorn evinde sergilenmekte müzenin objeleri. Müzede tarihi köyün sakinlerinin yüzyıl önceki yaşam tarzını yansıtan kıyafetler, günlük kullanımda kullanılan eşyalar, tarihini anlatan bilgiler içeren küçük bir müze. Köyün ruhunu daha iyi anlamak için 15 dakikada gezebileceğiniz bir müze. Müzenin giriş ücreti 4 Euro ancak müze kartınız varsa ücretsiz. Ben uzun süreli Amsterdam programımda müze kartı aldığım için hiç düşünmeden girdim müzeye.

Bu müzenin yanında köyde birkaç müze daha var: Automuseum Histomobil/ Otomobil Müzesi, Gloria Maris Schelpengalerie/Deniz Kabukları Müzesi, Museum De Oude Aarda/Eski Dünya Müzesi gibi. Biz müze kartımız olmasına rağmen köyün dış mekanlarında zaman geçirmek için sadece bir müze gezmek ile yetindik..

Köyün 1871 yılında yapılan tarihi kilisesi de kanal kenarında. İbadete ve ziyarete açık bir kilise. 

Köyde hoş kafeler, restoranlar karşılıyor gelenleri. Köyün yeşilini, ruhunu, turistlerin hayranlıklarını izlemek için kanal kenarında bir kafede oturabilirsiniz. Yürüyüşünüz sırasında karşınıza çıkacak kafeler arasında; Binnenpad 68, Twenty Seven, Het Wapen va Giethoorn, Cafe-Restaurant Smit’i sayabiliriz. Kafelerde çay, kahve, bir kadeh şarap yanında bir şeyler atıştırabilirsiniz. Biz kahvemizin yanında geleneksel Hollanda wafflemızı kanal kenarındaki kafelerde tadarken, akşam yemeğimizi de köyün girişindeki restoranlardan birinde yedik. 

Ayrıca küçük birkaç dükkanda hediyelik ve hatıralık eşyalara göz atabilirsiniz.

Son Söz

Giethoorn hakkında yazılacak çok şey kalmadı sanırım. Bu güzel köy Hollanda’nın en popüler yerleri arasında sayılırken, yeşilliği, sakinliği, tarihi ve kültürel özellikleri ile Hollanda gezilerinde yolumuzun geçeceği bir köy olacaktır. 

Visits: 3

Mostar Gezi Rehberi: Bir Köprüden Çok Daha Fazlası

Mostar, Balkanlar coğrafyasında Bosna Hersek’in tarihi, çok kültürlü, Saraybosna’dan sonra ikinci önemli şehri. Mostar küçük bir şehir ancak Osmanlı döneminden kalan eserleri, çok kültürlü yapısı, yemyeşil doğası, sıcakkanlı halkı ve lezzetli Boşnak mutfağı ile Türklerin ilgisinin yanında çok milletten turist çekmekte. Mostar adı Boşnakça ve diğer Slav dillerindeki most (köprü) anlamından gelmektedir.

Şehirde Müslüman Türkler, Ortodoks Hırvatlar ve Katolikler uzun yıllar uyum içinde yaşamışlar. Ancak 1992 yılında  yaşanan etnik kökenli çatışmalarla şehir ve Boşnak halkı ağır yaralar aldı. 

Neretva Nehri kıyısına kurulan şehrin son dönemlerde adının daha çok duyulmasında rol oynayan en önemli yapısı şüphesiz Mostar Köprüsü. Özellikle 1992-1995 yılında yaşanan iç savaş sırasında gördüğü hasar nedeni ile bu özel köprünün ne kadar çok tartışıldığını hatırlarız.

Niçin Mostar

    • Ülke henüz Avrupa Birliği’ne girmediği için Türk vatandaşlarına vizesiz.
    • Mostar uzun dönem Osmanlı toprakları olduğundan mimarisi, sokakları, çarşısı, kültürü ile Balkan ülkeleri arasında bize yakın, sıcak gelen bir şehir.
    • Şehir küçük, sevimli, yemyeşil.
    • Başkent Saraybosna’ya İstanbul’dan direk uçulabiliyor.
    • Ülke henüz diğer Avrupa ülkelerine göre daha uygun fiyatlı, henüz Euro kullanımına geçilmemiş.
    • Balkan mutfağı lezzetleri ile bol, çeşitli etler, kebaplar, uygun fiyatlı.

Ulaşım

Mostar, Balkanlarda Bosna Hersek Federasyonu’nda Hersek eyaletinin başkenti.

  • Mostar’a Türkiye’den direk uçuş bulunmamakta. Şehirdeki havaalanına sınırlı ülkelerden uçuşlar yapılmakta. Başkent Saraybosna’ya İstanbul’dan THY ve Pegasus Havayolları ile  direk uçulabiliyor. Mostar Saraybosna’nın güneyinde 167 km uzaklıkta, 2,5 saat süren bir karayolu yolculuğu ile ulaşılabilir.
  • Karayolu ile Saraybosna’dan ulaşımın yanında, vize sorunu olmayanlar için Hırvatistan’ın Dubrovnik şehrinden yol 2,5 saat sürüyor. Her iki şehirden de düzenli otobüs seferleri yapılmakta. Otobüs garajı Mostar merkeze 20 dakika yürüme mesafesinde, garaj ile merkez arasında toplu ulaşım bulunmadığından yürümek istemeyenlere taksi ile ulaşım kalıyor.
  • Saraybosna’dan günde iki kez sabah ve akşam saatlerinde tren seferleri de bulunmakta.

Mostar’ı ziyaret edecekler bu şehrin yanında başkent Saraybosna, Hırvatistan’ın Dubrovnik şehri ve Karadağ Budva, Kotor’u rotalarına ekleyebilirler. Biz kendi arabamız ile çıktığımız Balkan gezimizde Adriyatik kıyılarında Karadağ’da Budva ve Kotor, Hırvatistan’da Dubrovnik’i gezdikten sonra kuzeye Mostar ve Saraybosna’ya rotamızı çevirdik. Kendi arabası veya araba kiralayarak gezenler önce Mostar, Mostar’a ulaşmadan önce aşağıda yazdığım Kraviçe Şelalesi ve Balagay Tekkesi’nden Mostar’a, sonra başkent Saray Bosna’ya ulaşabilirler.

Mostar ile birlikte, Bosna Hersek’in başkenti Saraybosna’yı da gezmek isterseniz linke tıklayınız.

Saraybosna Gezi Rehberi: Kültürlerin Buluştuğu Kadim Kent

Konaklama

Mostar’da mesafeler yakın olduğu için eski şehir civarında çok sayıda otelde uygun fiyatlarla konaklamak mümkün. Biz Neretva Nehri kıyısında merkeze yakın bir aile işletmesinde konakladık. Temizliği, konumu ve fiyatı ile memnun kaldık. ‘Booking’ ve ‘airbnb’ aracılığı ile seçim size kalmış.

Hangi Mevsim Gidilir

Mostar’da Akdeniz iklimi hakim, ilkbahar, sonbahar ve haziran aylarında daha rahat dolaşılabilir. Temmuz ve ağustos ayları hem çok sıcak hem çok kalabalık olabilir. Kış aylarında rahatça gezebilmek için hava biraz sert gelebilir.

Kısa Tarih

Mostar’da yerleşim tarihi çok eskilere gitmemektedir. Romalılar bir dönem bu topraklarda koloni halinde bulunsa da sürekli yerleşim olmamıştır. Mostar’ın adı ilk kez 1452 yılında bir Dubrovnik belgesinde geçer. Osmanlı İmparatorluğu 15.yy’nın ikinci yarısında Bosna Hersek Bölgesini Osmanlı topraklarına katmasından sonra şehrin stratejik önemi artar. 1878 yılında Avusturya Macaristan İmparatorluğu bölgeyi sınırlarına dahil edene kadar 400 yıl Osmanlı hakimiyetinde kaldı. 1918 yılında Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nun yıkılması sonrası önce Sırp Hırvat Sloven Krallığı’na sonra Yugoslavya Krallığına bağlandı Mostar. 1945- 1990 yılları arasında Yugoslavya Federe Devleti’nin altı federe devleti arasında olan Bosna Hersek sınırları içinde kaldı. 1992 yılında Yugoslavya’nın dağılması sonrası Bosna Hersek iç savaşında 1992-1995 yıllarında Mostar şehri bombalarla yıkıldı. Şehirden çok sayıda göç oldu. Ancak 2000 yılından sonra şehre Müslüman Boşnaklar ve Hırvatlar yerleşti. Sırpların çoğunluğu şehri terk etti. Bugün nüfusun % 50’sinden fazlası Boşnaklardan oluşmaktadır. 

Gezelim Görelim

Mostar Saraybosna ile Adriyatik kıyısı arasında bir geçiş noktası. Şehir nehrin iki kıyısına kurulmuş, çok geniş bir alana yayılmıyor.

Şehir merkezindeki birçok yer bir günde rahatlıkla gezilebilir. Dubravnik ve Saraybosna’dan günübirlik gezilebilir. Ancak Mostar gezisinde sadece şehir merkezini değil çevreyi de gezmek için en az bir gece konaklanmalı. Biz Dubrovnik’ten erken yola çıktık, yol üzerinde önce Kraviçe Selaleleri’ni, sonrasında yine yol üzerinde Balağay Tekkesi’ni ziyaret ettik. Mostar’a akşam üzeri ulaşıp kısa bir şehir turu sonrası ünlü restoranlarından birinde yerel kebaplarını, yemeklerini tattık. Ertesi gün Mostar’ın tüm gezilecek yerlerini tamamladıktan sonra Saraybosna’ya hareket ettik. Bu bölümde öncelikle şehir merkezini gezelim, sonrasında çevredeki güzelliklerden söz edelim.

Mostar Köprüsü

Mostar’ın simgesi Mostar Köprüsü ile başlıyoruz gezimize. Önce bir sonraki köprüden gece ve gündüz fotoğrafını çekiyoruz bu tarihi de, hikayesi de özel köprünün. Köprü üzerinde yürüyüp, suya atlayanları da izleyeceğiz. 

Mostar Köprüsü’nün gece ve gündüz muhteşem fotolarını bu köprüden bir önceki köprü olan Liman Köprüsü’nden çektik. 1913 yılında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu döneminde yapılan köprü doğal olarak Mostar Köprüsü’nün gölgesinde kalıyor. Ancak özellikle gün batımında en güzel köprü fotolarının bu köprüden çekildiğini söylemeliyim.

Neretva Nehri şehri doğu ve batı yönünde ikiye bölüyor. Doğu yakasında müslümanlar, batı yakasında Sırplar ve Hırvatlar yaşamış tarih boyunca.

Mostar köprüsünün yerinde daha önce doğu ve batı kıyısını bağlayan bir tahta köprü bulunuyormuş. Boşnakça adı Stari Most olan köprü 1557-1566 yılları arasında,   Kanuni Sultan döneminde Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayrettin tarafından yapılmış. Köprü 30 metre uzunluğunda, 4 metre genişliğinde ve 24 metre yüksekliğinde. Bu muhteşem görünüşlü kemerli taş köprü Bosna Hersek’in bağımsızlık savaşında gördüğü hasar ile tüm dünyanın dikkatini çekmiştir. Tarihi köprü önce Bosnalı Sırpların saldırısına uğramış, 1993 yılında da Hırvatlar tarafından tahrip edilmiş. Bu saldırılarla yıkılan köprü Avrupa Kalkınma Bankası, İtalya, Hollanda, Hırvatistan ve Türkiye’nin desteği ile 2004 yeniden yaptırılmış. Mostar Köprüsü 2005 yılında UNESCO Dünya Mirasları Listesi’nde yerini almış.

Bu arada Savaş ve Soykırım Müzesi’nde sergilenen Mostar Köprüsü’nün savaşta aldığı hasarın fotosu da içimizi burkuyor.

Mostar Köprüsü her daim kalabalık, şehre gelenlerin öncelikle bu tarihi köprüden geçtikleri açık. Tam köprünün üzerinden geçerken köprüden suya atlayan bir genç gördük. 20 metreden yüksek olan köprüden, nehrin serin sularına atlamak 1600’lü yıllardan kalan bir gelenek imiş. Evlilik çağındaki gençler cesaretlerini göstermek için atlarlarmış bu yüksek köprüden. Günümüzde ise daha çok turistik amaçlı atlayışlar yapılıyormuş. Atlayış yapan genç önce para toplayıp sonra bu gösterisini yapıyor.

Turistler arasından da atlayış yapmak isteyenler köprünün yanındaki Bridge Diver Club’dan eğitim alıp atlayışını gerçekleştirebilmekte ve atlayış yaptığını gösteren sertifikasını da alabiliyor. Ayrıca ağustos sonu eylül başında Red Bull’un Cliff Diving etkinliğinde Mostar Köprüsü’nden atlayışları izleme şansınız da bulunmakta. 2023 yılında etkinlik 9 Eylül’de düzenlenmekte.

Eğri Köprü

Mostar Köprüsü’nün 150 metre kadar ilerisinde Mostar Köprüsü’ne benzer ancak daha küçük boyutlu bir taş köprü karşımıza çıkıyor. Eğri Köprü  Neretva Nehri’ni besleyen Radobolja Deresi üzerinde yapılmış. 1558 yılında tamamlanan köprü Mostar Köprüsü inşa edilmeden önce minyatürü yapılmış gibi düşündürüyor. Restoranların arasında dere üzerindeki köprü bölgeye ayrı bir hava katıyor.

Karagöz Bey Cami

Uzun yıllar Osmanlı toprakları olan Mostar’da doğal olarak karşımıza tarihi camiler de çıkıyor.

Karagöz Bey Cami devasa kubbesi ve minaresi ile Mostar’ın en büyük camisi. Cami Osmanlı döneminde 1558 yılında bir Katolik kilisenin temellerinin üzerine  yapılmış. Cami, medrese, kütüphane ve bahçede bir şadırvan bulunmakta. Caminin içi arabesk boyamalar ve hat sanatı ile süslenmiş. Süslemelerde Arap ve Osmanlı sanatının etkileri görünürken, Bosna ve Hersek’e özgü çiçek, nar, üzüm, selvi gibi motiflerle bezenmiş.

Caminin şehrin her yerinden görünen 35 metre yüksekliğindeki minaresine 94 basamak ile çıkılmakta. Camiye giriş ve minareye çıkış ayrı ayrı ücrete tabi. Biz kapıya yaklaştığımızda kapıdaki görevli genç nereli olduğumuzu sordu. Türk olduğumuzu söyleyince siz müslümansınız ücretsiz girin hatta minareden görüntüyü kaçırmayın diye teklifte bulununca şehrin en yüksek noktasına tırmanmaktan kendimiz alamadık.  Doksan dört basamak çıkmak kolay olmasa da Mostar’ın tümünü ayaklarımızın altında görmek ve fotoğraflarımızı çekmek tüm yorgunluğumuzu unutturdu.

Koski Mehmet Paşa Cami

Koski Mehmet Paşa Camii 1618 yılında inşa edilmiş, tek kubbeli, sade Osmanlı mimarisini yansıtan tarihi bir cami. Camide Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz Joseph’in hediye ettiği halılar bulunmakta. Bu caminin minaresinden de Monstar’ın panoramik manzarası güzel bir görüntü sunmakta. Camiye giriş ve minareye çıkış ücretli. Biz sadece kapıdan göz attık. Cami iç savaş sırasında zarar görmüş, 2001 yılında yenilenmiş.

Savaş ve Soykırım Müzesi 1992-1995

Mostar’da birden çok ilginç müze var. Ancak genel olarak şehre sınırlı zaman ayrıldığı için hepsini görmek mümkün olamıyor. Biz gezdiğimiz şehirlerde bir tarih müzesi veya arkeoloji müzesi gezmeyi tercih ediyoruz. Mostar’da ise çok daha ilginç bir o kadar da hüzünlü müzeyi gezdik.

1992-1995 yılları arasında Hırvatların, Müslüman Boşnaklara karşı yaptıkları kıyımları fotoğraflarla, savaş mağdurlarından kalan eşyalarla anlatıldığı müzeden yaşlı gözlerle ayrıldık. Mostar ve Saraybosna’nın acılı öyküsü bu müzelerde ve mezar taşlarında vücut buluyor.

Bakırcılar Çarşısı -Kujundziluk Pazarı

Osmanlı döneminde şehir iki bölüm olarak planlanmış. Çarşı olarak adlandırılan el sanatları ile uğraşan ustaların atölyeleri, dükkanları ve ticari faaliyetlerin yürüdüğü alan ve halkın yaşadığı mahalle olarak. Mostar geniş bir alana yayılan tarihi çarşı sokaklarında dolaşmak, otantik dükkanlardan alışveriş yapmak ve çarşıdaki yine yerel kafelerde oturmak şehir gezimizin bir parçası. Zaten çarşı da eski köprüye ulaşmaya çalışırken karşımıza çıkıyor. Daha çok turistlere yönelik dükkanların bulunduğu çarşıda şehre özgü hediyelik eşyalarınızı seçebilirsiniz.

Tara Kulesi

Mostar Köprüsü’nün iki yanında Tara Kulesi ve Halebiye Kulesi yer almakta. İki kule gözetleme kulesi olarak yapılmış. Tara Kulesi bir dönem hapishane ve mühimmat deposu olarakda kullanılmış. Günümüzde müze olarak kullanılıyor en üstü katından şehir manzarası da seyredilebiliyor. Biz şehri minare tepesinden seyrettiğimiz için Tara Kulesi’ne tırmanma isteği duymadık. Müze tercihimizi Savaş ve Soykırım Müzesi’nden yana kullandığımız için bu müzeye ayıracak zaman bulamadık.

Halebiye Kulesi’nde de İç Savaşta yaşanan acıları fotoğraflayan bir gazetecinin fotoğrafları sergileniyor.

Mostar Barış Çan Kulesi

Barış Çan Kulesi Mostar’ın en yüksek binası 107,2 metre yükekliğinde. Şehrin Hristiyan tarafında bulunan Katolik Kilisesi 1866 yılında Osmanlı döneminde yapılmış. 1992 yılında savaş sırasında yıkılan kilise 2000 yılında tekrar yapılmış.

Tarihi Mostar Evleri

Mostar’da tarihi Osmanlı evlerini ziyaret etmek mümkün. Bu evlerden en eski olanı Mostar Köprüsü’nden de önce 1520 yılında yapılan, Mostar Kadısı Kaytaz’ın evi. Ev Osmanlı döneminde mahkeme binası olarak da kullanılmış. Ayrıca iki Türk evi bulunuyor. Muslibegovic Evi ve Bisçeviç Evi. Biz tarihi bir Türk Evi görme kararlılığı ile Muslibegovic evini arayıp bulduk. Kapıdaki bir görevli binanın otele çevrildiğini, o anda da açık olmadığından içeriye alamayacağını söylediği için ancak dışarıdan fotoğraf çekebildik.

Mostar şehir içi gezimizi güneşli, güzel bir haziran gününde keyifle yaptık. Geniş bir Balkan coğrafyasını kapsayan 15 günlük gezimizde özellikle Mostar bizi hüzünlendirdi. Bir yandan tarihi köprünün yeniden yapılmasına sevinirken, diğer yandan Savaş ve Soykırım Müzesi’nde kayıplardan kalan ve sergilenen objeler, fotolar ve kurşun izleri üzerinde binalar savaşın acılarını hatırlattı.

Kravica Şelalesi

Mostar’ın küçük bir şehir olduğunu ve tüm şehri bir gün içinde gezmenin mümkün olduğunu belirttim yukarıda. Ancak Bosna Hersek ülke gezisinde bizim gibi bu doğa harikası Kravica Şelalesi’ne zaman ayırmanızı öneririm.

Kravica Selalesi’nde 25 metre yükseklikten köpürerek akan bembeyaz sular, döküldükleri yerde zümrüt yeşili doğal bir havuz oluşturuyor. Bu doğal havuzda keyifle yüzenler, tekne ve kano ile gezenler suların keyfini çıkartıyorlar. Şelalenin karşısında oturacak yerlerde sıcak soğuk içeceklerden cevabi köfteye kadar yerel yemekleri tadabiliyoruz. Biz şelalede yüzemesek de yeşilin ve suların verdiği serinlikle şelaleye karşı oturup, bir şeyler atıştırdık.

Bu serinleten cennete yerli halk da turistler de ilgi gösteriyor. Güneyden Mostar’a gelenler uğramadan geçmemeli bu güzelliği. Bu arada Kravica şelalelerine girişin ücretli olduğunu da belirtelim.

Güneyden Dubrovnikten ve Karadağ’dan özel araba ile gelenler için zaten yol üzerinde şelale. Önce Saraybosna’ya uğrayıp sonra Mostar’a gelenler için ise Mostar’dan ulaşılabilecek bir uzaklıkta. Kravice Mostar’a 43 km uzaklıkta ancak yol bir saat sürüyor. Kraviçe Bosna’nın en çok turist çeken yerleri arasında.

Kraviçe’ye ulaşıma gelirsek buraya toplu ulaşım bulunmamakta. Özel araba veya kiralık arabanız yok ise Mostar’dan 35-40 Euro’ya günlük tur alınabilir. Ya da 80-100 Euro’ya taksi tutulabilir. Ancak yalnız seyahat eden gezginler için Mostar’dan otobüs ile Ljubuski ve Citluk’a gidip daha kısa mesafe için taksi tutulabilir.

Balagaj Tekkesi

Balagaj Tekkesi, Neretva Nehri’nin bir kolu olan Buna Nehri’nin kaynağındaki su altı mağarasının yanına kurulmuş tarihi bir tekke. Bektaşi dervişlerin kurucusu olduğu tekke 1520 yılında yapılmış. Bektaşiler bölgede müslümanlığın yayılmasında önemli rol oynamış. Daha sonraki yıllarda değişik tarikatlara hizmet eden tekke içinde ibadethane, türbeler ve misafirhane bulunmakta. Daha önceki yıllarda ücretsiz gezilen tekke ücret karşılığı gezilmekte. Biz türbenin içine girmedik ancak Buna Nehri’nin kenarındaki kafede kahve eşliğinde dik kayalıkların arasından doğan nehrin manzarasını seyre daldık.

Yeme İçme

Mostar’da çok sayıda lezzetli yemeklerini tadabileceğiniz restoranların yanısıra kafe ve barlar da bulunuyor. Biz de kaldığımız gece özel yemeklerini tatmak istedik. Restoranlar turistik bölgede birbirine yakın, fiyatlar makul. Biz evsahibimizin önerisi ile Şadırvan Restoranı tercih ettik.  Kebapların yanı sıra Boşnak dolmasını da tattık. Hem manzarası hem lezzetli yemekleri ile ünlü birkaç restoran ismi yazayım, siz gönlünüze göre seçebilirsiniz. Şadırvan gibi Hindin Han, Lagero, Babilon daha çok tercih edilen restoranlar arasında. Bu arada Boşnak böreklerinin de tadına doyulmadığını belirtmeliyim.

Gece klübü ve kafe arayanlar için de yine manzaralı ve canlı müzikli yerler yine aynı bölgede. Mostar Pub, Spago Pub, Beer Ti&Ja, Black Dog Pub populer yerler arasında sayılıyor.

Mostar küçük bir şehir olduğundan bir gece konaklayarak bir buçuk gün içerisinde çevresi ile birçok yerini görmeye çalıştık. Tabi yapamadıklarımız oldu, Mostar’ın en güzel parkı Zrinjevac Parkı’nı gezemedik.

Son Söz

Balkan gezimizi planlarken sadece Mostar Köprüsü’nü görüp geçeceğimiz bir şehir olarak kafamızda canlandırdığımız Mostar bize çok daha renkli bir resim çizdi. Sıcak, sevimli ve Osmanlı izleri ile yaşayan şehir, çevresi de doğal güzellikleri ile  adım adım gezilecek bir yer.

 

Visits: 1

Seul Gezi Rehberi – Teknoloji ve Tarihin Harmonisi

Güney Kore Doğu Asya’nın en doğusunda, Kore Yarımadası’nın güneyinde 51 milyondan fazla nüfusu ile gelişmiş bir ülke. Başkent Seul çevresi ile dünyanın en büyük metropolleri arasında yer almaktadır. Ülke nüfusunun yarısından fazlasının yaşadığı Seul ülkenin can damarı, sanayi, ticaret ve finans merkezi.

Ülke 20. yy’da işgaller, savaşlar ve siyasi, ekonomik istikrarsızlık içinde dönemler geçirse de, bugün dört Asya kaplanı ülkesinden biri ve Doğu Asya’nın yükselen yıldızı. Yüksek büyüme hızı, sanayileşme, teknolojik ürünlerde öncülüğü yanı sıra kültürel olarak dış dünyaya tanıtımı da çok başarılı. Kore drama dizileri ve K-Pop müzik alanındaki yatırımları ile de tüm dünyada  bilinen merak edilen bir ülke.

Güney Kore, ülkemizde adı çok duyulan hep sempati ile düşündüğümüz uzaklarda bir dost ülke. Bu kadar uzaklığa karşın, Güney Kore ile   yakın ilişkilerimizin tarihi 1950’lere gitmekte. 1950 yılında Güney Kore ve Kuzey Kore arasında başlayan savaşta Birleşmiş Milletler Savaş Gücü askerleri arasında yer alan Türk askerleri üç yıl savaştı bu topraklarda. İngiltere’den sonra en çok şehit veren Türkiye, bu bedelin karşılığı Nato üyesi olarak kabul edildi.

Bu tarihi dostluk filmlerle, belgesellerle, öykülerle bu güne kadar korundu. Ancak Kore bize göre tam anlamı ile dünyanın bir ucu. Gidip, gezip geleyim diyebilecek bir coğrafyada olmasa da, yine de niçin Kore’ye gitmeliyim sorusunu cevaplayalım. 

Niçin Kore’yi Görmeliyim?

  • Farklı bir ülke, farklı bir kültür
  • Tarihi ilişkiler, 1950’lerde Kore için savaşmaya giden Türk askerlerinin anıları, şehitlerin mezarları gezilebiliyor
  • Başkent Seul bir yanda, modern gökdelenler arasında saraylar, tapınaklar, sokak yemekleri ile çok renkli bir ülke
  • Güney Kore’den Japonya’ya ulaşım kolay, Türkiye’den o kadar yol gidince Japonya gezisi ile hem benzer hem farklı iki kültürü tanımak mümkün
  • Seul bir metropol, ancak kalabalık nüfus yormuyor. Konfüçyüs öğretilerini uygulayan Kore  halkı çok sakin, kibar ve saygılı. Güvenli bir ülke. 
  • Kore mutfağı Uzak Doğu’nun en lezzetli tatlarını sunuyor.
  • Türk vatandaşlarından 90 güne kadar vize istenmiyor

Seul gezi rehberi yazımıza başlamadan benim Güney Kore yolculuk kararımın nedenini yazmalıyım. Uzak Doğu ülkelerine merakım tam 10 yıl önce başladı. 2013 yılında Uzak Doğu’da ilk adım attığım mistik, farklı, fakir, kaotik, kalabalık ancak çekici ülke Tayland benim Uzak Doğu maceramın ilk fişeği oldu. Sonraki yıllarda nerede ise her yıl bizim kış mevsimimiz, Uzak Doğu’nun en güzel mevsiminde bu ülkeleri gezmeye başladım. Bu ülkeler; Myanmar, Nepal, Hindistan, Sri Lanka, Kamboçya, Vietnam, Filipinler, Tayvan ve Çin şeklinde sıralandı. Gezdiğim ülkelerin kültürleri, dinleri, tarihleri, halkları batı uygarlığından farklı, Tayvan ve Çin’in dışında, genellikle halkı fakir ancak saygılı topraklar idi.

Güney Kore ve Japonya bu yıllar arasında öncelikli ülkeler listeme girmemiş idi. Uzak Doğu’da birçok ülkeyi gördükten sonra sıra Asya kıtasının en doğusu ve en gelişmiş iki ülkesine geldi. Bu iki ülkeye bugüne kadar uzak durmamın bir nedeni; iki ülkenin de diğer Uzak Doğu ülkelerine göre (Tayvan dışında) çok daha gelişmiş olmaları, gökdelenlerle kaplı başkentleri ile mistik doğu kültüründen uzaklaştıklarını düşünmem idi. Diğer bir neden ise şüphesiz iki ülkenin, özellikle Japonya’nın dünyanın en pahalı ülkeleri arasında sayılması idi. Yine de Uzak Doğu’nun bu iki özel ülkesini görme zamanı geldi diyerek, en güzel mevsim ilkbaharda, sakura mevsiminde iki ülkeyi programımıza aldık.

Güney Kore gezimiz başkent Seul ile başladı, güneyde liman şehri Busan da ikinci şehrimiz oldu. Busan’dan gemi ile Japonya Fukuako Limanı’na geçerek Japonya’da gezimize devam ettik. Üç haftalık gezimizin bir haftasını Güney Kore’ye ayırdık.

Güney Kore Kısa Tarihi 

Meraklısına: Bu bölüm ülke tarihini merak edenler için eklenmiştir. İsteyenler bir sonraki bölüme atlayabilirsiniz.

Kore yarımadasına yerleşim M.Ö 3000’li yıllara kadar uzanmakta. Yarımadada M.S 918 yılında kral Wang Kon krallıkları bir araya toplar ve Koryo Hanedanlığı’nı kurar. İngilizcede kullanılan Korea adı da bu hanedanlıktan gelmekte. 1392 yılından 1910 yılına kadar 500 yıl, Choson Krallığı ile ülkede politik ve kültürel olarak bağımsız bir dönem yaşandı. 16.yy sonlarından 19. yy’a kadar ülke dış dünya ile ilişkilerini de sınırladı. Ancak 19.yy’da Kore içe kapalı politikalarını değiştirerek, Birleşik Krallık, Fransa ve ABD ile diplomatik ve ticari ilişkiler kurma çabalarına girişti.

Ülke diğer ülkelerde ilişkilerini arttırırken, ülkeyi çevreleyen üç büyük devlet, Japonya, Rusya ve Çin  Kore topraklarına hakim olmak istedi. Japonya 1910 yılında Kore’yi işgal etti. Kolonial dönemde Kore sanayileşmede ileriye gitse de  kendi kültürlerini ve dillerini koruma konusunda Japonların baskısı altında kaldı. II. Dünya Savaşı sırasında da Kore  Japonya’nın yanında savaşmaya zorlandı.

Japonya’nın 1945 yılında, II. Dünya Savaşı’nda  yenilmesi ile sömürge olmaktan kurtulan Kore farklı bir senaryo ile karşılaştı. ABD ülkenin 38.paralelden ikiye bölündüğünü ilan ederek adanın güneyini işgal etti.  Sovyetler de kuzeydeki topraklara girdi. Güneyde başkenti Seul olan Kore Cumhuriyeti, kuzeyde ise başşehri Pyongyang olan Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti kuruldu. 1950’de Güney Kore’nin tam bağımsız ilanına Sovyetler Birliği ve Çin’in karşı koyması sonrası Kore Savaşı başladı. Amerika ve Birleşmiş Milletler kuvvetlerinin desteği ile 1953 yılında savaşı Güney Kore kazandı. Yarımada da 38. paralelden sınırları ayrılan iki ülkeye bölündü. Tabi bu savaş 2,5 milyon can kaybına yol açtı.

Savaş sonrasında ABD, Güney Kore’ye politik, askeri ve ekonomik destek verdi. 1960-1970 arasında askeri yönetim altında olan Güney Kore’de ekonomik büyüme ve sanayileşme hızlandı. Kore öncelikle eğitim, ekonomi ve kültürel alanda çok yol kat etti. 1945 yılına kadar 40 yıl Japon sömürgesindeki ülke, 1950’lerde 3 yıl süren ve ağır kayıplarla sonuçlanan Kore Savaşı sonrası 1960’larda Asya’nın fakir ülkesi görünümünde idi. Demokratik yönetime  geçişte sıkıntılar yaşayan Güney Kore iki askeri darbe, iki başkanın ömür boyu başkanlık için rüyaları ile demokratik yönetime, insan haklarına verdikleri zararlar, üç kez parlamento feshi ile siyasi istikrarsızlıkla mücadelelerinin yanında 1990’ların  ekonomik krizini de ağır geçirdi.  Ancak bugün ülke teknoloji ve sanayide dünya üzerinde söz sahibi ülkeler arasında yer almakta. Kore milli gelir artışı ile Asya’nın en hızlı büyüyen ekonomisi, dünyanın da 10. büyük ülkesi. Son yetmiş yılda az gelişmiş bir ülkeden yüksek gelirli gelişmiş bir ülkeye dönüşen Kore bir mucize gerçekleştirdi. Ülkede karma ekonomi ile planlı ihracata dayalı büyüme modeli uygulamaktadır.

Bugün Güney Kore Doğu Asya’nın Japonya ve Çin’den sonraki  en güçlü devleti haline geldi. 

Ulaşım

Başkent Seul’a THY ve Korean Airlines’ın direk seferleri bulunmakta. İstanbul-Seul arası 10 saate yakın sürmektedir. Bu iki havayolu dışında diğer havayollarında aktarmalı uçuşlarda uygun fiyatlı biletler bulunabilir. Biz Etihad Havayolları’ndan mart sonundaki uçak biletimizi uçuştan 5 ay önce  çok uygun fiyat  ile aldık. Gidiş Abu Dhabi dönüş Singapur aktarmalı idi uçuşlarımız. İlkbaharın turistlerin talebinin en yüksek olduğu dönem olmasına rağmen biletleri erken almanın avantajını kullandık, uçuş tarihimize yakın fiyatlar tam iki katına ulaşmıştı.

Biletimizi Seul gidiş, Tokyo dönüş olarak aldık. Seul’den direk Tokyo’ya uygun fiyatlı uçuş bulmak mümkün iken, biz Japon Denizi’nden gemi ile Japonya’ya geçmek istedik.  Güney Kore gezimizde sadece Seul ile sınırlı kalmaması için güneydeki, ülkenin ikinci büyük şehir Busan’ı programımıza aldık. 

Şimdi gelelim özel olarak Seul içi ulaşıma. Seul’de tüm uluslararası uçuşlarda Incheon Havaalanı kullanılmaktadır. Havaalanından yaklaşık bir saat uzaklıktaki şehir merkezine ulaşımın birden çok yolu bulunmakta, bilet fiyatına ve yolculuk süresine göre tercih sizin olacak.

İki çeşit tren karşınıza çıkacaktır. All stop train ve  express train. İki tren ile de Seul Tren İstasyonu’na kadar gidebilirsiniz. Birincisi birden çok durakta durarak, 60 dakikada merkeze ulaşıyor, 5-10 dakika sıklıkla hareket ediyor, fiyatı 4.150-4750 KRW arasında. Express train ise 20-40 dakika arasında hareket ediyor, 40 dakikada şehre ulaşıyor, fiyatı ise diğer trenin iki katı civarında, 9.500 KRW.

Otobüs; Havaalanında diğer seçenek, bizim de tercih ettiğimiz otobüs. Öncelikle hemen havaalanı çıkışta kredi kartı ile biletinizi alabiliyorsunuz. Fiyatı çok uygun 5.000 KRW ödedik, ayrıca son derece rahat koltukları olan bir otobüse az sayıda turist bindik. Çoğunluk treni tercih etmiş belli ki. Otobüs ile ulaşım trene göre daha uzun, ineceğiniz durağa göre 60-80 dakika sürmekte. Biz otelimizin konumuna göre otobüsten hangi durakta ineceğimizi önceden çalışmıştık. Otobüse binerken şoföre haritada durağımızın ismini gösterdik, Şoför durağa ulaşınca bizi uyardı, biz de bavulumuzu çeke çeke durağa yakın otelimize kolaylıkla ulaştık.

Diğer bir seçenek de taksi, birden çok kişi iseniz değerlendirilebilir. Dört ayrı tür taksi standarttan, vana kadar değişiyor. Türüne göre değişebilir fiyatlar, aslında taksi çok pahalı değil, biz şehir içinde kısa mesafelerde çok kullandık, ancak havaalanında tren ve otobüs seçenekleri arasında ısrarla taksi aramak istemeyebilirsiniz bizim gibi.

Gelelim şehir içi ulaşıma. Şehir içi ulaşım için Seoul City Pass kartları alabilirsiniz. Seoul City Pass

Tmoney card alıp para yükleyerek tüm toplu ulaşım araçlarından yararlanabilirsiniz. Kart için başta 2500 Won ödeniyor, sonrasında kullanımınıza göre kiokslarda ve bazı dükkanlarda kartınıza para yükleyebilirsiniz. Biz Seul’de metroyu az kullandığımız için bu kartı kullanmadık, ancak Busan’da bu kart ile çok rahat yolculuk yaptık.

Seul metro sistemi çok gelişmiş, her türlü ulaşımınızı metro ile yapabilirsiniz.  Seoul Metro Uygulaması

Biz son güne kadar metro kullanmadık. Konaklama bölümde bahsedeceğim gibi, konaklama yerimizi dikkatli seçtik ve görmek istediğimiz birçok yere yürüyerek ulaştık. Arada da taksi kullandık. Biz kocaman metropol Seul’u küçük ve sevimli bir şehri gezer gibi gezdik.

Bu arada Seul geziniz için telefonunuza KakaoMap uygulamasını indirmenizi de önermek isterim. Tüm gezilecek yerler ve popüler restoranlar, kafeler için bu uygulama ‘Googlemaps’e göre daha doğru yönlendiriyor.

Konaklama

Seul gibi büyük ve çok renkli bir şehirde konaklanacak bölgeyi kendi ilgi alanlarınıza, en çok nerelerde zaman geçirmek istediğinize göre seçmek daha doğru olabilir. Önce bölgeleri tanıyalım. Myeongdong:  Bol alışveriş yapmak, eğlence parklarında zaman geçirmek, şık kafelerinde, restoranlarında, aynı zamanda da sokak yemeklerinde de değişik lezzetler tatmak istiyorsunuz tercih edilecek popüler bir bölge.

Hongdae: Hongik Üniversitesi civarında, eğlenceli, genç nüfus ağırlıklı, yine kafeleri, restoranları ve uygun fiyatlı konaklama imkanı olan bir bölge Itaewon: Bu bölge de çok sayıda alışveriş merkezleri, uluslararası restoranları ve gece hayatı için canlı bir bölge

Insadong: Gelelim bizim konakladığımız bölgeye. Turistler için öncelikle görülecek saraylar, tarihi alanlar arasında olan, bu yerlere yürüyerek kolaylıkla ulaşılacak bir bölge. Yine şık ancak geleneksel dükkanlar, butikler, kafeler restoranlar da ulaşılacak mesafelerde. Biz üç gün boyunca bir çok yere yürüyerek ulaştık, Seul Tower gibi daha uzak yerlerde de taksi kullandık. Yürüyerek çok yere kolaylıkla ulaşıp, gökdelenler ve AVM’ler arasında kaybolmadığımız için bizim gözümüzde Seul çok sevimli bir şehir olarak kaldı.

Vize

Birçok blogda Türk vatandaşları için Kore vize istemiyor yazısı görebilirsiniz. Aman dikkat, Eylül 2021 tarihinden itibaren Kore için farklı bir şekilde vize uygulamasına geçilmiş gibi. Birçok ülkede uygulanan kapı vizesinden de farklı. Kore’ye uçmak için daha ülkeden çıkmadan online ETA formunu doldurup, 45 dolar ödeme yapıp onay beklemeniz gerekiyor. Onay iki gün içerinde dönüyor. Turlar ile gidenler acentalar tarafından bu konuda uyarılıp, form doldurma işini daha önce yapabilirler. Ancak bizim gibi bireysel gidenler uçuş yapmak üzere check in yaparken bu uygulamayı öğrenip, uçak kalkmadan onay gelip gelmeyeceğini bilemeden heyecan yaşayabilirsiniz. 

Online başvuru linki aşağıda; 

Kore ETA Başvuru

Gezelim Görelim

Seul, Güney Kore’nin başkenti ve en büyük şehri. Seul 10 milyonluk merkez nüfusu, çevresi ile 26 milyona ulaşarak, dünyanın en büyük metropolleri arasında yer almaktadır. Ülkenin yarısından çoğu da bu şehirde yaşamaktadır. Ülkenin gelişmişlik düzeyinin artmasında en çok payı olan Seul şehri de son yıllarda çok daha fazla turist çeken bir şehir kimliğine kavuştu.

Gezginler için de Seul ilgi alanlarınıza göre çok şey bulabileceğiniz bir şehir. Bizim gibi daha çok ülke tarihi, kültürü, halkı, yaşam şekli ile ilgili iseniz saraylar, tapınaklar, müzeler sizi karşılıyor. Markalı ve teknolojik ürünler, hareketli gece hayatı, Kore lezzetleri sunan restoranlar, kafeler, temalı modern AVM ler öncelikleriniz arasında ise her birini fazlası ile bulabileceksiniz.

Seul gezimize kraliyet sarayları ve tapınakları ile başladık. Seul’deki tarihi tüm sarayları gezecek zamanınız olmayabileceğini düşünerek mutlaka görülmesi gereken iki sarayı paylaşacağım.

Saraylara geçmeden önce ‘Hanbok’ tan söz etmeliyim. Sarayların önünde geleneksel Kore giysileri ile dolaşanları görünce şaşırmayın. Biz şaşırmıştık. Nedenini öğrenince hemen Hanbok kiralayan bir dükkana girip yüzyıl öncesinin geleneksel Kore giysilerinden en beğendiğimizi kiralayıp, sarayları ücretsiz dolaştık. Sokaklarda bu kıyafetler ile dolaştık, bol bol fotolar çektik. Bu nedenle saraylarla Seul gezisine başlamadan linkteki yazımı okumanızı öneriyorum. ‘Hanbok’ Geleneksel Kore Giysisi ile Turistlere Unutulmaz Anlar

Changdeokgung Palace

Changdeokgung  Sarayı 1392-1897 yılları arasında Joseon Hanedanı tarafından yaptırılan beş saraydan biri. Saray 1405 yılında ana saray Gyeongbokgung Sarayı’ndan daha sonra yapılmış, daha küçük olsa da 45 hektarlık bir alanda 13 bina ve 28 bahçe pavilonları ile gösterişli bir saray.  Sarayın mimarisi ve dağın eteğinde bulunduğu doğal ortama uyumlu ve asimetrik yerleşimi ile farklı bir tarza sahiptir. Saray 1592 yılında Japon işgali sırasında çıkan yangında çok zarar görmüş. 1610 yılında restore edilmiş ve 270 yıl ülkenin son krallığına kadar ana saray olarak kullanılmış. Saray 1917 yılında yine yangında bazı bölümleri tahrip olsa da 1991 yılından sonra yapılan restorasyonlarla bugüne getirilip halka açılmıştır.  Saraylar içinde yine de en iyi korunmuşlar arasında yer alan saray, özellikli Kore mimarisi ve doğa ile uyumlu konumu ile 1977 yılında Unesco Dünya Mirasları Listesi’nde yerini almış.

Sarayın görülmesi gereken bir bölümü de ‘Secret Garden’. Saray giriş sadece 3000 KRW iken gizli bahçe eklenirse 8000 KRW’ye yükseliyor ücret. Biz baharda sakura zamanında hem bu sarayı, hem gizli bahçeyi gezme şansına sahip olduk. Ayrıca yukarıdaki yazımda belirttiğim gibi geleneksel kıyafetleri ‘hankok’ ile gezince iki saraya da gizli bahçeye de bilet ücreti ödemedik. Gizli bahçe saatlerine göre rehberle gezilebiliyor. Bahçede yaşı 300 yıldan büyük 26.000 ağaç bulunuyor. Sakuraların açtığı dönemde sakura ağaçlarının önleri fotoğraf sırası bekleyen turistlerle çevrelenmişti. Doğal olarak biz de ilgimizi göz alıcı sakuralara yöneltince diğer özel ağaçları dikkatimizden kaçırdık gibi. Seul’da bu sarayları gezmek için en güzel zamanın özellikle ilkbaharda sakuraların açtığı ve sonbaharda yaprakların sarı, kırmızı renk dönüşümleri sırasında olduğunu belirtmeliyim.

Ancak bu arada Gizli Bahçe’de Josean Hanedanlığı döneminden kalma güneş saatinin yer aldığı gözümüzden kaçmadı.

Changdeokgung Palace, pazartesi günleri dışında 9.00-18.30 arası ziyarete açık. Bizim ziyaret ettiğimiz mart ayında saat 17.30 kapanış saatiydi.

Gyeongbokgung Palace

Gyeongbokgung Palace, Josean Hanedanlığı döneminde yapılan ilk ve en büyük saray. Seul’de mutlaka görülmesi gereken yerlerin ilk sırasında. Saray 1395 yılında inşa edilmiş, hanedanlık döneminde dört saray daha yapılsa da, Gyeongbokgung Palace hanedanlığın ana sarayı olmuş.

Japon işgali zamanında tahrip olan sarayın yenilenmesi için Kore devleti önemli yatırımlar yapmıştır. Sarayın içinde Kore Ulusal Saray Müzesi ve Folk Müzesi de yer almaktadır.

Sarayın gösterişli Gwanghawamun Kapısı’ndan giriyoruz. Bu kapıda günde üç kez saat 11.00 -14.00 ve 16.00’da nöbet değişimi yapılıyor. Şanslı iseniz bu değişimi görüntüleyebilirsiniz. Bu arada üzülmeyin sarayın içinde de bu saatlerden birer saat önce yine üç kez nöbet değişim törenini izleyebilirsiniz. Biz şanslı turistler arasında idik ve kapıdaki nöbet değişimini yakaladık. Saray ve bahçesini çok keyifle ve hankoklarımız ile dolaştık.

Saray salı günleri dışında yaz döneminde 9.00-18.00 arası açık, giriş ücreti 3.000 KRW.

Bukchon Hanok Köyü

Seul gibi gökdelenlerle çevrilmiş bir metropolde önce şehrin ortasındaki saraylarda dolaştıktan sonra sırada şehrin göbeğinde bir köy vardı. Gitmeden önce gezeceğimiz yerleri okurken bir ulaşım aracı ile bu köye ulaşacağımızı düşünmüştük. Ancak Seul’de otelimizi tarihi bölgede ayırttığımız için Hanok Köyü’ne de yürüyerek ulaştık. Seul büyürken tarihi köy şehrin içinde kalmış, ancak bizdekinin aksine tarihi evleri ve dokusu korunmuş köyün,  turistlerin ilgisini çeken bir bölge yaratılmış.

Bukhan Hanok köyü Gyeongbok ve Changdeok Sarayları ve Jongmyo Tapınağı’na  yakın bir bölge. Joseon Hanedanı döneminde, 600 yıl önce asillerin ve üst düzey devlet görevlilerinin yaşadığı 900 Kore evi yer alan köy. Köyde 1920’lere kadar önemli değişiklik olmamış. Ancak 1930’larda devletin girişimi ile şehrin içinde geleneksel Kore mimarisi korunarak köy yenilenmiş.  Bugün bu evler müzelere, sanat merkezlerine, butik otellere, restoranlara, kafelere dönüştürülmüş. Dar sokakların arasında, vadide dolaşırken tarihi mimarisi, kapıları, çatıları, bahçe düzenlemeleri ile altı asır öncesinin sokaklarında  dolaşıyoruz. Hala bazı evlerde yaşayanlar olsa da artık bölge turistlerin özel ilgi gösterdiği bir alana dönüşmüş. Herhangi bir giriş ücreti olmayan Hanok Köyü, sokaklarında serbestçe dolaşacağınız, belirli evleri yakından görebileceğiniz, bahçesinde fotolar çekeceğiniz tarihi bölge. Seul gezisinin de olmazsa olmazlarından.

Jongmyo Shrine

Seul gezimizde önceliğimiz tarihi, geleneksel Seul izlerini aramak olduğu için Jongmyo Tapınağı’nı da gezilecek yerler listemize aldık. Hızlı Seul gezisi yapanların veya modern Seul gezenlerin görmeden geçeceği bir tapınak olabilir. Özellikle gezmeyi öneriyorum.

Jongmyo Tapınağı, günümüzde korunan en eski ve en otantik kraliyet Konfüçyüs Tapınağı. Tapınak yine Joseon Hanedanı döneminde 1394 yılında yapılmış ve ölen kral ve kraliçelerin anılmasına adanmış. Her mevsim ve yılın son ayı olmak üzere yılda beş kez atalarını anmak için törenler düzenlenirmiş.  Tapınak bugünkü hali ile 16.yy’da düzenlenmiş, eski kraliyet ailelerinin öğretilerini içeren tabletler de sergilenmekte. Günümüzde, mayıs ayının ilk pazar günü ve kasım ayının ilk cumartesi günü olmak üzere yılda iki kez   Joseon Hanedanlığını anma ritüeli müzik, şarkı ve dans eşliğinde yapılmaktadır. Bu dans ve müzik ritüeli Unesco Somut Olmayan Kültürel Mirasları arasında yer almaktadır.

Tapınak mimarisi ve bahçesi ve sergilenen eserler bizi en az saraylar kadar etkiledi.

Bongeunsa Tapınağı

  • Tripadvisor

Seul’de yine şehrin ortasında bu kez karşımıza renkli bir Budist Tapınağı çıkıyor. Tapınağın ilk yapılışı 794 yılına kadar gitmektedir. Joseon hanedanlığında bir dönem Budizm baskılanmış yerine Konfüsyanizm daha önem kazanmış. Bongeunsa 1550-1936 yılları arasında Kore’nin en önemli Budist Zen Tapınağı olarak yerini almış. 1936’dan sonra yangın ve savaşla birlikte zarar görmüş ancak 1941-1982 yılları arasında yapılan restorasyonlarla eski kimliğini kazanmış. Tapınakta ülkenin en yüksek taş heykeli olan ‘Maitreya –Future Buda’ heykeli yer almakta. Gangdam Bölgesinde, Starfield COEX Mall’ın yakınında yani gökdelenler arasında yer alan tapınak yine de sakin bir atmosfer sunuyor ziyaretçilerine.

Seul Tower

Seul’ün tarihi bölgelerinin en önemli yapıları, sarayları tapınaklarını gezdikten sonra modern Seul’e yüzümüzü dönme zamanı geldi. 

Seul Kulesi, Seul’un en yüksek noktasından tüm şehri kuşbaşı görebileceğimiz bir yer. Hele akşam üzeri güneş batarken doyumsuz bir manzara sunuyor. Namsan Dağı’na Radyo TV istasyonu olarak 1971 yılında yapılan, 236 metre yüksekliğindeki  kule bugün turistlerin ilgisini çeken bir nokta.

Kulenin cazibesini arttıran başka bir özelliği ise sonsuz aşk dilekleri ile çiftlerin ziyaret yeri olması. Seul Kulesi’nde çok sayıda aşk kilitlerinin kulenin birçok yerine asılmasının ötesinde ayrıca otomatik aşk kilidi makinesi konmuş tepeye. Çiftler aşk kilitlerini makineden alıp istedikleri yere astıktan sonra kilidin anahtarını Namsan Dağı’ndan fırlatıyorlar. Anahtarları bulunup aşk kilitleri açılamayacağı için aşklarının da sonsuza kadar süreceğine inanmaktalar. Kısaca Radyo TV istasyonu bugün turistler ve aşıkların özel ziyaret yeri.

Seul Kulesi’ne  Chungmuro ve Dongguk metro istasyonlarından geçen 1 numaralı Namsan Sunhwan Shuttle Bus ile ulaşılabilir. Ya da teleferik ile kuleye çıkabilirsiniz. Teleferik saatleri 10.00-23.00 arası tek yön 11.000 Won, gidiş dönüş 14.000 Won ücret ile çıkılabilir. Tabi teleferik ücreti biraz yüksek. Biz tek yön çıkmayı tercih ettik, dönerken dağdan merdivenlerle rahatlıkla inilebiliyor.

Kulede dört adet restoranda Seul manzarasına karşı akşam yemeği yiyebilirsiniz, ya da ayrıca bir bilet ile kulenin en tepesine çıkabilirsiniz. Biz kulenin en üst gözlem yerine çıkmadık, aşağıda şehir manzarası sunan geniş terasta güneşi batırmayı tercih ettik. Kule saat 10.00-23.00 arası açık, cumartesi günleri gece yarısına kadar kalabilirsiniz bu renkli alanda.

Namsan Dağı’nın en yüksek noktası tarihi olarak da ayrı bir yere sahip. Joseon döneminde uzun mesafeli haberleşme amacıyla kullanılan önemli noktalardan biri. Özellikle düşman kuvvetlere karşı ülkede beş yüksek dağdan gündüz duman gece ise ateş ile haberleşme sağlanmakta imiş. Namsan Dağı da sınır bölgelerden gelen haberlerin izlendiği ve haberleşmenin yapıldı bir dağ olarak kullanılmış tarih boyunca. Gözetleme ve haberleşme kulesi de restore edilmiş.

Myeongdong Alışveriş Bölgesi

Seul’un modern ve hareketli bölgesi Myeongdong. Dünya çapında alışveriş merkezleri ile pahalı bölge turistler için de ilgi çeken yerlerden biri. Gökdelenlerle kaplı ana caddelerdeki ünlü alışveriş merkezlerinin dışındaki ara sokaklarda daha uygun fiyatlı marketlerde de alışveriş yapabilirsiniz. Bu arada Kore’nin kozmetik ürünleri dünya çapında üne sahip. Çok sayıda sade kozmetik ürün satan mağazalar göreceksiniz. Biz bölgede dolaşırken mask isimli bir mağazaya daldık, güzellik ürünleri çeşitleri başımızı döndürdü ve hiç düşünmediğimiz halde ellerimiz kollarımız dolu çıktık. Hem dükkanlarda, hem tezgahlarda çok sayıda Kore’ye özgü yerel ürünler, hediyelik eşyalar da bulabilirsiniz. Şüphesiz teknolojik ürünlerin çeşitlerinin zenginliğini söylemeye gerek yok.

Ayrıca sokak aralarına akşam saatlerinde kurulan sokak tezgahlarında da zengin Kore mutfağının lezzetlerini tadabilirsiniz. Myeongdong metro istasyonunda inip çevreyi gündüz ve gece gezebilirsiniz. Biz gündüzleri tarihi bölgeleri gezip geceleri hareketli, canlı sokaklarda dolaştık. Ancak büyük AVM’lerde zaman geçirmek istemedik.

Nandaemun Alışveriş Bölgesi

Myeongdong Bölgesi’nde şık mağazalarda dolaşıp, bütçenize göre belki sınırlı alışveriş yapma şansınız olabilir. Buna alternatif olarak Nandaemun bölgesini mutlaka dolaşmanızı öneriyorum. Şehrin en büyük alışveriş alanı, çok çeşitli ürünleri daha uygun fiyatlı bulabilirsiniz. Günün her saati dolaşabilirsiniz, ancak akşam saatlerinde daha hareketli ve yine sokak yemeklerini tadabileceğiniz çok sayıda tezgahlar da sizleri bekliyor. Biz bir akşamımızı da bu bölgede geçirdik.

Bu arada daha geleneksel Kore ürünlerini bulabileceğiniz alışveriş bölgesi Insadong, yine alışveriş ve sokak lezzetleri tadılan bir bölge. 

Dongdaemun Design Plaza ve Park

Seul’un ilginç modern yapılarından biri neofuturistik kültür kompleksi. Dongdaemun Stadyumu 1920’li yıllarda ülke Japonya hakimiyeti sırasında yapılmış. Stadyum 2011-2014 yılları arasında günümüzde dünyanın en büyük üç boyutlu atipik yapısına dönüştürülmüş. Bina tarih ve kültür parkı olarak ziyarete açılmış. İçinde sanat galeri, müzeler, etkinlik alanları ile farklı bir yapı Dongdaemun Plaza.

Yeme İçme

Kore ve Japon mutfakları benim açımdan Uzak Doğu lezzetinin tavan yaptığı mutfaklar oldu. İlk Tayland’a gidişimde ürkek ürkek sokak yemeklerine bakarken, bu gezimde ne varsa tatmak istedim. 

Kore mutfağı zaten Uzak Doğu mutfağı içinde en bilinen lezzetli mutfaklar arasında. Öncelikle et ve balıktan zengin, doyurucu çorbalar sofralarda baş köşede. Lokantada  sofraya ekmek gelmediğinden doğal olarak pirinç ve sağlıklı kimchi yemeğin yanında. Kimchiyi bizim lahana turşusu olarak düşünebiliriz.

Kore et yemekleri de tadılacak illaki, hele lokantada masanın ortasına uzanan bacaları ile mangal yapmanın da tadına doyulmaz. Biz bazı restoranlarda masaların ortasındaki mangalları ve bacaları görünce bir akşam özellikle böyle bir restoranda yemek istedik. Restoranda menüdeki fotolara bakarak porsiyon olarak etimizi söyledik. Biraz sonra masaya etler yanında soslar ve yanında başka malzemeler geldi. Biz birisinin gelip bize servis yapacağını beklerken garson bırakıp gitti. Malzemelere bakakaldık. Bu arada yan masada bir genç bizim şaşkınlığımızı fark ederek masamıza yöneldi. Biz Seul’de ikinci gecemiz olduğunu, Kore mutfağını tanımadığımızı ve nasıl pişireceğimizi  bilmediğimizi söyledik. Kendi yemeğini bırakıp masamıza gelen gencin yardımı ile başardık etlerimizi pişirmeyi. 

Biz diğer akşam yemeklerimizde Nandaemun ve Myeongdong bölgelerinde sokakta yedik. Son derece temiz tezgahlarda (hiç Tayland’a benzemiyor), çok çeşitli yiyecekleri, görerek seçme şansımız olduğu için tercih ettik. İstakozundan, yengecine çeşitli deniz ürünlerinden, tatlılarına, atıştırmalıklarına birçok lezzeti tadabildik. Kore çeşitleri, baharatları hepsi çok lezzetli geldi. Biraz Uzak Doğu mutfağına alışan damak tadımın yanı sıra gerçekten Kore mutfağının da lezzetli olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Tabi kişisel olarak her gittiğim ülkenin yemeklerini tatmak gezi programlarımın bir parçası olduğundan her türlü yerel mutfak bana değişik geliyor.

Son Söz

Güney Kore modern ve geleneksel dokuyu çok güzel sentezleyen bir ülke. Başkentte tarihi sarayları, tapınakları, ülkenin asırlık değerleri korunmuş. Bugünün Seul’u ışıl, ışıl renkli neonlarla süslü, hareketli caddeleri, alışveriş merkezleri, eğlence parkları, restoranları, kafeleri, gece klübleri ile yaşayan bir şehir. Şehir tertemiz, büyüklüğüne rağmen düzenli, sakin, turistlere saygılı insanları, zengin mutfağı ile Seul gezilecek, görülecek şehir. 

Seul gibi bir metropolde beklentilerimizin üzerinde tarihi, kültürel, estetik eserlerle  karşılaştık. Kore için en güzel gezme mevsimi ilkbahar ve sonbahar. Biz  ilkbaharda çok keyifli dolaştık ülkeyi. Birçok turistik yerlerini gezebilsek de, ünlü gökdelenleri, AVM’leri, eğlence parkları, kafelerini ve modern sanat galerinin ve müzelerini de gezemedik. Seul üç geceden daha fazla zaman ayırmayı hak ediyor.  

 

 

 

 

 

 

 

Visits: 8

Shirahama Gezi Rehberi: Japonya’nın Beyaz Kumsallı Plajları

Bu yazımda Türkiye’den düzenlenen Japonya tur programlarında yer almayan ancak Japonya için popüler bir turizm bölgesi Shirahama’yı tanıtmak  istiyorum.

Shirahama Japonya’nın en büyük adası ve Japon anakarası olarak bilinen Honshu’nin güneydoğusunda, Pasifik Okyanusu’na kıyısı olan Wakayama’ya bağlı bir kasaba. Osaka’ya 80 km uzaklıktaki Wakayama, Tokyo ve Osaka gibi metropollere kıyasla daha küçük, diğer yandan doğası harika bir şehir. Ormanla kaplı dağlar, vadiler arasında yemyeşil şehir, yüzlerce tapınağı olan Koyosan ile de bir tür hac  yeri. Mandalina, hurma, yaban eriği, şeftali ve üzüm gibi meyvelerin bolca yetiştirildiği bir bölge. Tüm bunların yanında okyanusa kıyısı olan şehirde deniz-güneş tatili yapılabilmekte.

www.shirahama-ryokan.jp

Shirahama bembeyaz kumsalları ve onsenleri (Japon kaplıcaları) ile ünlü. Beşyüz metre uzunluğundaki bembeyaz kumlarla kaplı Shirahama plajının Hawaii’nin Waikiki plajına benzediği söyleniyor. Kumsalda kumu avuçladığınızda incecik taneler parmaklarınızın arasından kayıp gidiyor.

www.shirahama-ryokan.jp

Shirahama, tarihi bin yıl öncesine uzanan kaplıcaları ile ülkenin en eski kaplıcalarına sahip bölgeler arasında. Yaklaşık doksan kaplıcanın olduğu yazılı tanıtım broşürlerinde; kimi dağlık alanda, yeşillikler arasında kimi okyanus kıyısında… Benim sevdiğim ‘rotenbüro‘ denilen açık hava kaplıcaları. Shirahama’da günü birlik veya birkaç gün kalmalı deniz ve kaplıca tatili bir arada yapılabilir. 

Sandanbeki Mağarası da Shirahama’nın görülmesi gereken yerleri arasında.

Mağaranın yüzeyinde kıyıda yaklaşık 50 metre yüksekliğindeki falezler etkileyici bir görüntü sunuyor. Mağara yüzeyden 36 metre aşağıda ve asansörle iniliyor. Mağaranın duvarları rengarenk, renk cümbüşünün oluşması 16 milyon yıl öncesinden başlamış. Denize bağlantısı olan mağaranın tavanından sular damlıyor. Mağara yıllarca korsanlara, sonrasında da 100 yıl öncesinde savaş sırasında gemiler için sığınak olmuş. Bir bölümünde kurşun madeni aranmış bir zamanlar, içine küçük bir de tapınak da yapılmış. 

Denize bağlantılı yere yaklaşınca kayalıklara vuran dalgaların sesini duymak heyecan vericiydi.

Dışarıda falezlerin yakınında kayalık bir alanın görüntüsü ilginç. İnsanlar kayalara bakıp benzetmeler yapmışlar. Kimi insan yüzü bulmuş, kimi hayvan figürü…

Shirahama’da diğer büyük şehirlerdeki gibi lokantalar kafeler yoktu. Sahilde veya orman içerisindeki otellerde bir veya iki gece otelde konaklayarak gezmek daha keyifli olabilir. Pandemi nedeniyle üç yıldır düzenli faaliyet gösteremeyen yerel lokantaların çoğu kapanmıştı. Bundan böyle canlanacağını umuyoruz .

Yöreye turla gitmek en iyi yol olabilir. Çünkü yukarıda sözünü ettiğim gezilecek yerler farklı yönlerde ve toplu taşıma aracı bulmak zor. Shirahama’da küçük bir havaalanı var ancak sadece Japan Airline  uçuyor.  Wakayama şehir merkezinden Japan Railway’s ile de Shirahama’ya ulaşım mümkün.

Shirahama’nın daha da güneyine gidilirse Kuşhimoto‘ya ulaşılıyor. Kuşhimoto ile Türkiye’nin tarihi dostluk ilişkisi ‘Ertuğrul Fırkateyn’ ile başlamış. Kushimoto’yu Japonya’ya yerleştiğim ilk yıllarda 1988 yılında ilk kez ziyaret etmiştim. Sonraki yıllarda Türkiye’den gelen misafirlerimiz ile birçok kez gittik. Ertuğrul Fırkateyn’i öyküsü ve anıt müze yazımı linkten okuyabilirsiniz. Ertuğrul Fırkateyni’nin Batışı-1890: Japon-Türk Dostluk Öyküsü

Kumsal ve kaplıca dışında hem büyüklerin hem de çocukların hoş vakit geçireceği ‘ Adventure World‘ içinde hayvanat bahçesi, akvaryum olan bir eğlence parkı var. Parkta en çok ilgi gören hayvan sevimli  pandalar. Öyle ki pandanın çiftleşmesi ve yavrunun doğuşu televizyon haberlerinde yer alır. Hatta doğan yavru pandaların isimleri için halktan öneriler alınır. Bakımı zor olan bu güzel pandalar  Çin‘den getirilip burada çoğaltılıyor. Şu anda  ‘Adventure World ‘de ziyaretçileri dört panda karşılıyor.

Safari parkta ise vahşi hayvanlar yaşamlarını sürdürüyor. Güvenlik önlemleri alınmış troleybüs benzeri araçla ziyaretçiler dolaştırılıyor. Hayvanlar içerisinde Asya’dan getirilen nesli tükenme tehlikesi altında olan Bengal kaplanı en haşmetlisi idi.

Değişik türden kuşları görmek çok zevkli idi. Tavus kuşu beni geçmişe götürdü. Çocukluğumda Ankara’da Çubuk Barajı’na  pikniğe giderdik. Baraj sularının akıp nehre dönüştüğü yerin yakınında düzlükte tavus kuşları nazlı nazlı dolaşırlardı. Şimdi oralar ne durumda acaba …hasretle anıyorum o günleri .

Flamingolar harika idi. Papağanlara laf attım ama oralı olmadılar.

Bizim için Mikio Dede’nin torunlarını gezdirdiği ilginç bir yer idi Shirahama. Her yıl özel bir gezi armağanı oluyor onlara.  Shirahama gezisi için bir yıl önce kumbaraya para atmaya başlamıştı Mikio Dede.

Bembeyaz kumsalı, çok sayıdaki onsenleri, farklı formasyonlardaki falezleri, renkli Sandanbeki Mağarası ve hepimiz için heyecanlı Adventure Park’ı ile Shirahama bir tatil cenneti idi bizim için. Shirahama Japonya’ya gelen konuklarımızı götüreceğimiz yeni yerler arasında yerini aldı. Bu yazımı okuyan gezginler de bireysel Japonya gezilerinde Shirahama ve  Kuşhimoto’yu gezi programlarına alabilirler.

Visits: 1

Çeşnigir Kanyonu ve Köprüsü

Dünya yüzeyinde nehirlerce oluşturulmuş vadilere kanyon dendiğini biliriz ve nedense hep uzaklarda olduğunu düşünürüz. Oysa Ankara’nın çok yakınında büyüleyici bir kanyon olduğunu yeni öğrendim.

Ankara’ya 100 km uzaklıkta, Kırıkkale’nin Keskin ilçesine bağlı Çeşnigir Kanyonu’nda görülmeye değer nefes kesici bir manzara ve her zevke hitap eden imkanlar var. Kızılırmak kıyısında yolun iki tarafında doğa ve tarihin iç içe geçtiği bir nefeslenme ortamı sunuyor size.

Çeşnigir Kanyonu Ankara Kırşehir yolu üzerinde bulunuyor. Toplu ulaşım ile erişim zor olacağından özel araba ile gitmek gerekiyor.

Kanyona hakim bir tepede yapılan cam seyir terası, muhteşem bir panoramik görüntü sunuyor. Cam terasın yanında bulunan kafeteryada çay kahve içip kanyonun manzarasının keyfini çıkarmak mümkün. Teras, son zamanlarda evlenen çiftler için olmazsa olmaz bir açık hava stüdyosuna dönüşmüş.

Kanyonu yukarıdan gördükten sonra, Kızılırmak kıyısında yemek molası verip, manzara eşliğinde karnınızı doyurmak isterseniz, son derece temiz balık restoranları var. Bizim yediğimiz Köprü et- balık restoranının park yeri, Ankara’dan balık yemeye gelmiş özel araçlar ile doluydu. Özellikle Kızılırmak’tan yakalanan kadife balığı (ben daha önce yememiştim) kılçıksız ve çok nefis. (Burada resim çekme fırsatı bulamadığım için, kadife balığı resmi internet görsellerinden)

*www.kirikkale.com.tr,    * Vikipedi

Yemek sonrası, Kızılırmak kıyısındaki rekreasyon alanında yürüyüş yapabilirsiniz, ayrıca çok sayıda kamelya ve oturma alanı bulunuyor.

Orta Anadolu’da tekne turu olur mu derseniz? O da var.

Çeşnigir Köprüsü’nün yanından kalkan tekneler sizi kanyonda gezdirirken, köprü yıllara direnmiş ihtişamı ile daha da güzel görünüyor. Yaklaşık 15- 20 dakika süren ve enerjisini güneş panellerinden alan bir tekne ile tur kesinlikle yapılması gerekenlerden.

İlk olarak 13. yüzyılda Selçuklular döneminde inşa edilen Çeşnigir Köprüsü, Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Mimar Sinan tarafından yeniden yapılmış. Bir Selçuklu eseri olan Çeşnigir Köprüsü’nün 1402 yılında Ankara Savaşı’nda Timur ordusu tarafından kullanıldığı rivayet ediliyor.

Çeşnigir Köprüsü 110 metre uzunluğunda ve 6 metre genişliğinde bölgenin kayalık zemini üzerine oturtulmuş. Orta bölümünde belirgin bir eğimin bulunuyor ve 18,60 m orta açıklığa sahip bir taş köprü. Köprüde suyun yükselmesi halinde akışı sağlamak ve köprünün ağırlığını hafifletmek üzere 3’ ü yukarıda, 9 adedi aşağıda toplam 12 göz bulunmakta.

​Tarih severler, kampçılık ve olta balıkçılığından hoşlananlar, kanyon yürüyüşü yapmak isteyen trekking meraklıları, dağ ve doğa sporu tutkunları, fotoğrafçılar, mangal severler, Anadolu’nun ortasında tekne turu yapmak isteyenler, Kızılırmak boyunca ailesiyle bisiklet turu atmak isteyenler, rengarenk uçurtmalarını göklerde süzdürmek isteyenler, balık ekmek için iskele arayanlar, cam terasında çay kahve keyfi yapmak isteyenler, kısacası Çeşnigir Kanyonu’ nda herkes için bir aktivite var. Günübirlik ziyaret edebileceğiniz gibi, gezginler için kamp çadırını kurabileceğiniz çok güzel bir lokasyon Çeşnigir Kanyonu.

Visits: 1